Haziran, 2007 için arşiv

22 Temmuz’daki seçim beyannemesini açıklayan ve ‘Türkiye yol ayrımında’ vurgusu yapan CHP’ye en büyük tepki partinin eski Genel Sekreteri Tarhan Erdem’den geldi.

CHP'nin beyannamesine ağır tepki

Tarhan Erdem’in bugünkü Radikal gazetesinde yer alan “Seçim Beyannameleri: 2. CHP” başlıklı yazısında ana muhalefet partisinin beyannamesi hakkında şu yorumda bulunuyor:

“Ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum! Bu kadar akıl dışılık, bu kadar halktan ve uygarlıktan kopukluk anlaşılır gibi değil!”

Tarhan Erdem’in Radikal’deki köşe yazısı

Seçim Beyannameleri: 2. CHP

CHP Beyannamesi’nin başlarında ‘Türkiye bir yol ayrımındadır’ uyarısı var. Benzer bir saptamayı, MHP’nin beyannamesinin ilk cümlesinde okumuştuk: “Türkiye tarihi bir dönüm noktasındadır”!

MHP ‘Bölünme’ tehlikesinden çıkarak ülkemizin ve milletimizin ‘Ağır bir saldırı altında’ olduğunu bildiriyordu.

CHP’yse terör tehdidini öngörmekle birlikte, din esaslarının devlete hâkim olması tehdidine ağırlık vermektedir.

Beyannamesinin ilk bölümünde, ‘Terörün kökü kurutulacağı, ülkemizin barışına ve bütünlüğüne sahip’ çıkılacağı söylenmekteyse de, CHP’nin temel çıkış çizgisinin, ‘Laik düzen ve Cumhuriyet’in çağdaş kazanımlarına karşı komplolar’, ‘Politika, kamu yönetimi ve eğitimin din tacirleri ve tarikatlar tarafından kuşatılması çabaları’ olduğu anlaşılmaktadır.

CHP’ye göre, halkımız, ‘Ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çöken tehlikenin, farkına varmış ve devletine, laik Cumhuriyeti’ne, huzuruna ve geleceğine sahip çıkma kararlılığını ortaya koymuştur.’ İki muhalefet partisine göre Türkiye iki büyük tehlikeyle karşı karşıyadır:

‘Bölünme’ ve ‘Karartma’! Bekir Ağırdır, bu iki tehdidi çok güzel adlandırdı: ‘Öcü’! (Radikal İki, 24 Haziran). Yönetim sistemimiz hakkında ne dersiniz? Aman öcü var, bölünürüz! Eğitim sorunumuz? Dokunma öcü var, okullarımız laiklik kuşatmasından kurtulmalıdır! Irak meselesi? Daha neler, öcülerin oradan beslendiğini bilmiyor musun?

Bütün konuların ve çözümlerinin arka planında bu ‘iki öcü’ durmakta, her köşeden devletimizi tehdit etmektedir! Bu ‘öcü politikaları’ ile devlet yönetimi nasıl bağdaşacak, anlamak zor!

CHP beyannamesinden bir örnek vereyim:

“Türkiye’nin laik düzenini ve Cumhuriyet’in çağdaş kazanımlarını hedef alan etkinlikler ile dini politikaya yansıtma, kamu yönetimini ve özellikle eğitimi bağnaz dini çıkar odaklarıyla, tarikatlarla kuşatma çabalarına kesinlikle fırsat vermeyeceğiz” vaadi, beyannamenin değişik bölümlerinde, değişik kelimelerle birçok kez yinelenmektedir.

Bir başka konu yönetim sorunudur. Bana göre ülkemizin kaynak sorun alanlarından en önemlisi yönetim sistemimizdir. Biliyorsunuz, son yıllarda yerinden yönetime geçiş adımları atılmak istenerek, yerel yönetim yasalarında değişiklikler yapıldı; ilkesel olanları Anayasa’ya takıldı, birkaçı da yürürlüğe girdi. Bu değişiklikler hakkında CHP’nin düşüncelerini birlikte okuyalım:

“Kamu yönetiminin parçalanmasına, merkezi-yerel yönetimler arasında hizmet bütünlüğünün bozulmasına yol açan bugünkü uygulamalar düzeltilerek, merkezi ve yerel idarelerle bunlar arasındaki ilişkileri yeniden tanımlayacağız.

Küreselleşme adına yerelleşmeyi ve çok sayıda yerel iktidar odağı oluşturmayı dayatan, çağdaş bir yerel yönetim modeli maskesi altında ulusal çıkar eksenli olarak örgütlenmiş merkezi devlete rakip olarak cemaat/tarikat/şirket ve çokuluslu şirketler eksenini geliştirmeye çalışan, bunun için militan kadrolaşmasını başlatan, idari federalizm öngörerek üniter yapıyı tehdit eden mevcut yerelleştirme projesi tümüyle tasfiye edilecektir.”

Ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum! Bu kadar akıldışılık, bu kadar halktan ve uygarlıktan kopukluk anlaşılır gibi değil!

Tarhan Erdem-Radikal

/amcuk ibnelikler , lekeler , karınlık , katılım , konal , karım , kotul , kitab , korun

Çin, uzun zamandır biriktirdiği ve bu ana kadar biraz da ne yapacağını bilemediği kazanımlarını küresel piyasada kâra dönüştürme kararını verdi. Bunun için çok kıymetli bir silah kullanacak. Değeri tam olarak 1.2 trilyon dolar! iyibilgi Ankara

Çin, Amerika'nın yumuşak karnına vuracak!

Çin’in ya da korkutan lakabıyla “uyuyan ejderha”nın ekonomik durumu aslında 1980’lerin Japonya’sına benziyor. O yıllarda ve devamında Japonya, yüksek ama “küçük” teknolojiye, ihracata dayalı ekonomisiyle “çuvalla para” biriktirmişti.

Ya da tıpkı petrol krizleri yıllarında Arapların başına geldiği gibi. Onlarda kamyonlar dolusu “petro dolar”ları ne yapacakları konusunda hemen hiçbir fikre sahip değillerdi. Çin, Japonya ve Araplar, “bir şey” satmışlar, çıkarmışlar, üretmişler veya ucuza mâl edip satmışlardı.

Sonunda da bankalarında finans ve yatırımdan anlamadıkları için birikmiş yüz milyonlarca doları olmuştu. Ama sonra öğrendiler. Örneğin Japonlar paralarının hallice kısmını kimsenin aklına gelmeyen bir şeye harcadılar.

ABD’de üniversite aldılar, öğrencilerini gönderdiler, eğittiler ve paralarını nasıl kullanmalarını öğreten Amerikan hocalarından ders alıp onların patronu haline geldiler.

Bugün Çin’in elinde çok ucuz ve seri üretimden gelen tamı tamına 1.2 Trilyon dolar var! 1200 milyar dolar! Ama paradan para kazanmak ayrı bir iş. Bu yüzden bu paranın ne yapılacağına ilişkin olarak Çin hükümeti uzun zamandır ön hazırlıklar yapıyor.

Bunu söyleyeceğiz ama şu an paranın nerede değerlendirildiğini söylememiz lazım. Bu paranın önemli bir miktarı ABD Devlet hazine tahvillerinde tutuluyor. Bu aslında deminden beri söylediğimiz “bilmemezliğin” teyidi.

ABD tahvilleri “garanti ama çok az kâr” demek. Ne yapacağını bilmiyorsan bu tahvilleri alıyorsun. Amerika batarsa paran batar. Batmazsa çok küçük bir kâr edersin. Fakat mesele başka.

Çin’in elindeki dolarlar aslında para değil! Silah! Çünkü o kadar yüksek bir miktar ki bu paranın piyasalarda oynaması demek, gerçekte piyasaların oynaması demek. Çin hükümeti şimdi bu silahı çekmeye hazırlanıyor.

Başlangıç olarak ayrılan miktar ise 200 000 000 000 ABD Doları! Nasıl bir meblağ olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas da yapabiliriz. Şu an Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın kasasında 65 milyar dolar bulunuyor. Ve yerinde durması gerekiyor.

Çin bu parayla bir yatırım ajansı kuruyor. Bunun fizibilete çalışmaları çok uzun sürede yapıldı ve ince elenip sık dokundu. Nerede ne amaçla kullanılacağı iyi kestirilmeye çalışıldı. Yine bu para Çin’in kasasından çıkmayacak. ABD tahvilleri bozdurulacak. Yani daha ilk adımda Amerika’dan para çıkmış olacak!

Böylece Çin ilk kez bu hacimde bir küresel oyuncuya dönüşecek ve muhtemelen global etkileri hemen görülecek. Nerede nasıl ve hangi yatırımlarda kullanılacak bilgisi gizli. Ama açık olan Çin’in Batı ve ABD ile rekabete şimdi de piyasa oyunculuğunu ekleyeeck olması. Bu özellikle ABD açısından kritik. Çünkü Amerika’nın can damarlarından biri bu alan.

Çin’in teknolojiden silaha, sanayiden turizme, liberalizasyondan ucuz mal üretim ve satımına kadar her alanda rakibi olan ABD, şimdi kendi parasına karşı da mücadele verecek.

Ama şunu da unutmamak lazım. Geçmişteki örnekler de bu türden savaşları-gerçeklerinde olmasa da-hep ABD kazandı. Çünkü kabul etmek lazım, “para” onların uzmanlık alanı. DTÖ, Dünya Bankası ve IMF’in de onların elinde olduğu düşünülürse…

/ amyalayanların uzlanık alanı. biz çin ile ortaklaşa yatırım yaptık . amerika kazansın da göreleim . amcık ağızlılar. nasıl yahudi soyulur. nasıl keredi kazanılır izlesinler. belki öğretir . götverenler sizi sizi kazandık . Biz atılımlar yapacağız. Tabiki mala vur. gelecek bizim ellerimizde şekillenecek. amyalayanlara ne düşecek . amcikerika bilmiyorum durum kötü. osmanlı bankası müfettişleri bir ara sizleri sunacak birkaç reçete. nasıl öderler bu karanlık borcu. hawai adaları bana kalır. texas bushun ciftlği bin laden ailesi göse kestirmiş. mustafa kemal ne diyor. ulan oralarda ince uzun bir yapıt varmıydı banada bir malak düştü . salman rüşdi ne diyorç. bende yaşarsam bir haiti ormanlığında tecavze uğrama fantazim var. zıncı olursa daha harika olar. Varmı böle fanyaziler icin yeni yatırım lmtd . Ak sakal ne diyor salman bende varanlar var. senin ejderha faziletini duydum .
mustafa kemal dedi ejderha fantazisi mi?
o ne lan gergedan duydumda bunu il gördüm .

clinton ne diyor. maymunlarda zeka parıltısı var .
henry ford ne denir muhakkak bir maymun parmaklatın .

CIA’in kamuya açtığı “aile mücevherlerini” yani eski belgelerini eşeledikçe Türkiye’yi yakından ilgilendiren tarihi belgeler ortaya çıkıyor. O belgelerin içinde Kissenger’ın Türkiye’yi Kıbrıs harekatına nasıl ittiği, Beyaz Saray’ın Kenan Evren’i nasıl desteklediği açıkça yazıyor!

Kissinger Türkiye'yi Kıbrıs'a nasıl itti!

CIA’in açıkladığı “Aile Mücevherleri” olarak isimlendirilen arşivi ve konuyla yakından ilgili CIA görevlilerine göre Dışişleri Eski Bakanı Henry Kissinger 1974’te Türkiye’yi Kıbrıs’ı işgal etmeye itti ve Yunan juntasının desteklediği darbe hükümetinin reaksiyonuna karşılık silahların Ankara’ya taşınmasına da müsaade etti.

1970’ten beri tutulan ve “Aile Mücevherleri” olarak bilinen yaklaşık 700 sayfadan oluşan CIA’in çok gizli raporları kamuoyuna açıklandı. Ulusal Güvenlik Arşivi Bilgi Edinme Yasası gereğince daha önce konuyla ilgili elindeki dört belgeyi kamuoyuna açıklamıştı.

Bahsi geçen belgelerin birinde Kissinger’ın 20 Şubat 1975’te yaptığı bir konuşmaya yer veriliyor. Beyaz Saray’a iletilen Memorandum’un yer aldığı belgede, Kissinger “Bütün her şeyin içinde bizi en fazla inciten CIA’in işleri ve Türkiye’ye yardım” diyor.

Yüzeysel olarak bakıldığında bu yorum zararsız gibi gözüküyor; ancak yorumun zamanlamasına bakıldığında Kissinger’ın 1974 Kıbrıs işgali için Türkiye’ye kanun dışı finansal yardım ve silah desteğini teşvik ettiği ortaya çıkıyor.

1974’ün Temmuz ve Ağustos aylarında, Türkiye Kıbrıs’ı ordusuyla işgal ediyor ve neredeyse tüm adanın 3’te birini alarak Ada’yı Kuzey ve Güney olarak ikiye bölüyor. Bir çok tarihçi Başkan Gerald Ford’un hem ulusal güvenlik danışmanı hem de dışişleri bakanı olan Kissinger’ın planlanan Kıbrıs işgalini önceden bildiği hatta aynı zamanda işgali teşvik ettiği düşüncesindeler.

Bazı Kıbrıs Rumları, önceden olduğu gibi, ABD ve İngiltere’nin Ada üzerinde etkinliklerini devam ettirebilmeleri için üzerinde düşünülüp taşınılmış bir plan olduğuna hâlâ inanıyorlar. Kıbrıs Israil, Mısır, Ürdün ve Suriye arasında 1973 Ekimi Savaşı’nda bir dinleme limanı olarak Doğu Akdeniz’de büyük bir öneme sahip.

Köşe yazarı ve aynı zamanda, “The Trial of Kissinger” (Kissinger’ın Duruşması) kitabının da yazarı olan Christopher Hitchens’a göre, o zaman bir çok Rum’un kesin olarak inandıkları şey, Başkakan Bülent Ecevit’in Harvard’ta Kissinger’ın göz bebeği olduğuydu.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen çeşitli istihbari kaynaklar da Raw Story’e Kissinger’ın Türkiye’yi Kıbrıs’ı işgal etmeye ittiğini ve Ankara’ya silah taşınmasına da müsaade ettiğini doğruluyor.

Ancak, o dönemde Türkiye’de çalışan eski bir CIA görevlisi Memorandum’da yer alan Türkiye’ye yardımla ilgili ifadenin Kissinger’in önerisini dinleyen Ford Yönetiminin, sağ görüşlü aşırı-milliyetçi General Kenan Evren ile masa altından iş yürütmesi olarak anlaşılabileceğini belirtti. Kenan Evren daha sonra Parlementoyu feshetmiş ve 1980 Darbesinin Türk diktatörü olarak kendini göstermişti.

Eski CIA görevlisi “Buradan şu çıkıyor, Amerikan Hükümeti doğrudan General Kenan Evren ile çalışıyordu ve demokratik olarak seçilen Türk Hükümetini aldatıyordu. Bu Kissinger tarafından teyit edildi çünkü Sosyal Demokrat Ecevit hakkında endişeleri vardı” diyor. Eski CIA görevlisi sözlerine, Kıbrıs ‘İşgal’inden sonra uygulanan silah ambargosuna atfen “Teknik olarak onlardan askeri yardımı kestik. Teknik olarak…teknik olarak, fakat bu askeri yardım ya da CIA yardımının, Kongre’nin yardımları kestikten sonrada devam ettiğine delalet ediyor. Bu Ecevit’in düşmesine ciddi şekilde neden olmuş olabilir” ifadelerini ekliyor.

Ayrıca eski CIA görevlisi demokratik olarak seçilen Ecevit hükümetinin, Johnson Hükümetiyle iyi ilişkilerinin olduğunu, fakat Kissinger’ın Ulusal Güvenlik danışmanlığını yaptığı Nixon yönetimiyle bir takım sorunlara sahip olduğunu belirtiyor. CIA kaynağı “Bu sorunların ne olduğunu hatırlamıyorum. Fakat Beyaz Saray’ın Ecevit’i sevmediğini iyi hatırlıyorum” diyor.

Ekopolitik.org

/soyulayık , aşırı milliyetçi Kenan evream . Ben o adamda kendi başına bir yarak yiyecek , ve lideri olacak bir ibnelik göremiyorum. o ibnenin kurulablarına bir bakmak lazım. kimlerden aldılar listeleri. hangi cia ajanları. Vaya hangi soysuzlar. Bu soysuzların bağlantıları belki kendileri hangi kargaşalıkların kurbanları . o orospu çocukalrını boğmak için ben ölüyü canlandırırım. bir daha ezerim bir melek . piç kurusu ajanlar. idam sehpası hazır. fransız kalmayın giyorin de kullanırız . ölüm meleği sizlerle. sıkıysa yakışın güle oynaya. bu dünyada ölüm sizler çin var. sizlerin yüzleri gülüyorsa bizde haram var. sizin gülme becwerinizden fazla bizde sizlerin kokmul ciğerinizi doğramak isteği var. piç kuruntıları ölüm var size ölüm . öldürüleceksiniz. yaşamak haram sz.

kobay ibneleriniz gerizekalı ahmaklar . piçler . görürüz hesaplarını. nerde o kudret nerde o devlet? yerim hepişinizi , soysuz piç .

Akbank’tan Zorlu’ya dev kredi

Zorlu, İstanbul Levent�teki Karayolları arazisi üzerinde inşa edilecek Zorlu Center�in finansmanı için Akbank ile 400 milyon dolar tutarında döviz kredisi anlaşmasına imza attı.

– 27 / 06 / 2007 15:48

Akbank tarafından sunulan kredi paketi, gayrimenkul geliştirme projesi kapsamında, Türkiye’de tek bir banka tarafından bir seferde verilen en yüksek tutarlı kredi olma özelliğini taşıyor.

Zorlu Yapı Yatırım A.Ş’nin Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü arazisi proje finansmanı için Akbank ile yaptığı döviz kredisi anlaşması, bugün Zorlu Plaza’da imzalandı. İmza törenine Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul ve Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu katıldı.

TEK SEFERDE EN YÜKSEK DÖVİZ KREDİSİ

Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, “Zorlu Yapı Yatırım A.Ş’ye sunduğumuz döviz kredisi, Cumhuriyet tarihimizde tek bir Türk bankası tarafından tek seferde verilmiş en yüksek tutarlı gayrimenkul geliştirme kredisidir. Bu anlaşma, Akbank’ın her segmentteki başarılı performansını ve gücünü göstermektedir. Akbank kurumsal, KOBİ ve bireysel segmentlerde daha fazla kredi kullandırmayı ve reel sektörümüzü daha fazla desteklemeyi hedeflemektedir” dedi.

Bu krediyle birlikte, Akbank’ta proje finansmanına yönelik kullandırılan kredi portföyünün 3 milyar doları bulduğunu belirten Kurtul, Zorlu Yapı Yatırım A.Ş.’ye sağladıkları kredinin bu krediler içindeki önemini vurguladı. Kurtul, yerli ve yabancı yatırımcıların son günlerde özellikle ilgi odağı haline gelen Türk gayrimenkul piyasasını desteklemenin önemli misyonlarından biri olduğuna değindi.

ZORLU: ÖRNEK KENT MİMARİSİ OLACAK

Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu ise kredi anlaşması ile ilgili şunları söyledi:

“Karayolları arazisinde inşa edeceğimiz Zorlu Center için Türkiye’nin finans devlerinden ve en güvenilir bankalarından biri olan Akbank ile birlikte yürümekten mutluyuz. Zincirlikuyu’ya inşa edeceğimiz Zorlu Center’ı, kent mimarisinin en güzel örneklerinden birini oluşturarak İstanbul’a değer kazandıracak bir eser olarak tasarlıyoruz. Bunun için ilk etapta seçilecek 12 proje arasından, Anıtlar Yüksek Kurulu’na sunulacak 4 projeden birinin belirleneceği uluslararası bir yarışma düzenledik. ‘Avrupa Kültür Başkenti’ unvanına yakışır bir mimari estetiğe ve işleve sahip olmasını amaçladığımız bu merkezi, 2010 yılına yetiştirmeyi hedefliyoruz. Merkez tamamlandığında tüm dünyadaki gözler Türkiye’ye çevrilecek.”

Tüm yatırımlarında “önce ülkem” stratejisi ile hareket ettiklerini hatırlatan Zorlu, Türkiye’de gayrimenkul alanında yapılacak çok işin olduğunu söyleyerek, Zorlu Grubu’nun gayrimenkul sektörünün önde gelen oyuncuları arasında yer alacağına dikkat çekti.

ANKA

/ çok karmaşık , deli , tedirgin , dertli ettim , desene , karmaşık .

/ çok yül . karmaşık . kabadayı . korun . tedirgin . delisin . delit . delik allaj , alayına .

/ karmaşık dostluklar . karmaşık makaralar . karmaşık kabadayılıklar . karmaşık olay . karmaşık türk . kabadayı baron / kalanlar bizim / kabadayı allak / kadınlar /

İngiliz gazetesi Financial Times, para birimlerinin değerlerindeki dengesizliklerin dev cari açıklarının oluşmasına neden olduğunu belirterek şöyle devam etti:

– 26 / 06 / 2007 12:50

Financial Times gazetesi, “carry trade”in küresel bir deflasyonist çöküş ile tehdit oluşturduğunu belirttiği analizinde Türkiye’nin cari açığının GSYİH’a oranının 2009’a kadar yüksek iki haneli düzeye ulaşacağını öne sürdü. Türkiye’nin Orta Vadeli Programı’nda ise halen yüzde 8 olan sözkonusu oranın 2009’da yüzde 6.3’e indirileceği öne sürülüyor.

Ekonomi gazetesi Financial Times, düşük faizli para cinsinden borçlanarak getirisi yüksek para birimine yatırım yapma anlamına gelen “carry trade” nin “küresel deflasyonist bir çöküş” ile tehdit ettiği uyarısını yaptı.

Yatırımcıların üç yanlış inançtan hareket ederek rahatlandığını kaydeden gazete, bu üç yanlış inancı, hisse ve tahvillerin pahalı olmadığı, küresel likidite sellinin azalmadığı ve en kötüsü olursa ABD Merkez Bankası’nın onları kurtaracağı olarak sıraladı.

Bu arada, yaratılan şişkinliğin özgü doğası ve kaçınılmaz çöküşünün pek anlaşılmadığını da kaydeden gazete, “Şişkinliğin bir belirtisi, getirisi yüksek olan para birimlerinin yene karşı birçok yılın veya birçok on yılın en yüksek düzeyine çıkmış olmasıdır” diye yazdı. Gazete şu değerlendirmesini de yaptı:

“Alım gücü paritesi ile yapılan basit bir egzersiz, Yeni Zelanda dolarının, ABD dolarına karşın yüzde 20-25 aşırı değerli olduğunu gösteriyor. Türk lirası ise, yüzde 65 aşırı değerli. Yen ise, yüzde 30 kadar aşırı değersiz.”

İngiliz gazetesi, para birimlerinin değerlerindeki bu dengesizliklerin dev cari açıklarının oluşmasına neden olduğunu belirterek şöyle devam etti:

“Örnek olarak Türkiye’nin ve Yeni Zelanda’nın cari açığının GSYİH’a oranının 2009 yılına kadar yüksek iki haneli bir düzeye ulaşması bekleniyor. Japonya ise, aynı zaman diliminde rekor düzeyindeki yüzde 6-8’lik fazlaya doğru ilerliyor.”

Sonunda keskin bir yakınsamanın olması gerekeceğini savunan gazete, bunun da “carry trade” yapanların çok büyük zararına uğramasına neden olacağını öne sürdü.

Gazete, halen küresel “carry trade”in boyutunun en az 1.5 trilyon dolara ulaştığına dikkat çekerek para birimlerinin bir yakınsamanın yol açacağı zararların 550 milyar doları bulabileceğini savundu.

(ANKA)

ya bana bakın , cok boyut var bende . keskin yakınsamayı bilmiyorum ama keskin bir kamayım var.

carry trade den bol bol kazıklanıp da hala gerilim yaratarak , basın ve yayındaki köpeklerle. veya morgan stanleyvari kuruluş tüyolarıyla. BİZLERİ KÜÇÜK VE HALLİCE Görerek . veye Dierkt mason biraderlerle faizleri repoyu mepoyu eksik delirtirseniz. Bir de uyduruk açıklamalarla ört bas ederseniz alırım akıllarınızı . bir tevci . bir kot . bir tarım . deliren az geldi yine bekliyoruz . belleniceksiniz. Alacağım beyninizi . soyacağım sizleri . geoarge bush danışmanına ne sordu. Soyulduktan sonra sikişme oluyo mu ( Götünü kaşıyarak )

Rahşan Ecevit, yabancılara satılan toprakların koloni haline dönüştürülmesi için hazırlıklar yapıldığını savundu ve yabancıların Türkiye’deki topraklardan faydalanmaları için yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını istedi

Eski Başbakan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit yaptığı yazılı açıklamada, Avrupa Birliği’nin ve Amerika’nın yıllardır Türkiye’yi bölüp parçalayıp yok etmek için uğraştığını savunarak, Türkiye’nin bu çabalara karşın “bütün ihtişamıyla ayakta” olduğunu söyledi.

Türkiye’nin müttefik bildiği ülkelerin alttan alta PKK’ya destek verdiğini belirterek, “Mehmetçiklerimiz topraklarımızı korumak için şehit olurken hükümetimiz topraklarımızı gelir kaynağı olarak görüyor ve satışa sunuyor. Satılan toprakların miktarı geçmiş yıllara göre satılanların kat kat üstünde” dedi. Rahşan Ecevit, yabancıların Türkiye’deki topraklardan faydalanmaları için gerekli yasal düzenlemelerin geciktirilmeden çıkarılmasını istediği açıklamasında şöyle devam etti:

“Bu düzenleme, mülkiyet hakkı devlette kalmak üzere belirli bir süre için sadece kullanma hakkı biçiminde olmalıdır. Sattığımız toprakların kolonilere dönüştürülmesi için hazırlıklar yapılıyor. Günün birinde bu kolonilerin Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrilmiş bir başka devlete ait toprak yani birer anklav halini alabileceği neden hesaplanmıyor? Biz Mehmetçiklerimizi boşuna mı ölüme gönderiyoruz?”

/ Bana bak raşan beni bölüklerle ilgilendir. Sokacağım görüşüne sen . Kancık madam o kadar ilgilisin vatanla milletle , vatan evlatlarıyla. O zaman ilgilen , tarihimizle , geçmişizle . öğretilmesini sağla , kancık. Sokarım sizin biraysel sihallahmamaınıza da sübyancılığınıza da , ali planlamamaızada . kancık. Var mı ekonomiye faydan. var mı bilim teknoloji , tarih bilinç.

sen ben veya biz . milyonlar amerikada almanyada fransda ingilterede. Kurdurabiliyonmu domino . Sen yönetim nasıl olur bilitmisin? Sen ne iş yaparsın. Senin oy verdiklerin ne yarağı yedi? . Götverenler. ayıcılık da ayıcıkıl . ne merhamet? ne halimiyet ne sinsi , ne yılan , ne karanlık . Götverensiniz. Yarraaağı olan var. ikkat et cok göze batır .

temelsiz ayılar. kökünüzü kazıytacağız. B eyinsizler. Delirirsin .

Aferim devam et diper göthoşların bu amacı olabilir diye . yağ sür sen . Masala vur . selam . dek

PKK operasyonunda ilginç bağ
Fransa’daki PKK operasyonunda ele geçirilen 310 bin euro’yu işadamı Hikmet Serdar’ın gönderdiği ileri sürüldü. Eroin kaçakçılığı suçlamasıyla tutuklanan Serdar’ın dinlenen telefonuna bir yarbay ve emekli general takıldı.
23 Haziran 2007 Cumartesi
Fransız polisinin PKK’ya yönelik olarak Paris’te yaptığı operasyonda 21 Temmuz 2006’da ele geçirilen 310 bin euro’yu gönderen kişinin, 47 kilo eroinin sahibi olduğu iddiasıyla İstanbul’da tutuklanan Rado saatlerinin Türkiye mümessili işadamı Hikmet Serdar olduğu iddia edildi. Serdar’ın dinlenen telefonlarına emekli Korgeneral Mehmet Altay Tokat ile dolaylı olarak Yarbay Mustafa Nail Pekiner’in de takıldığı öne sürüldü.
“Terör örgütü üyesi olmak”, “para aklamak” ve “terörizme para aktarmaktan” Cemal Aslan’la birlikte Fransa’da yargılanan Eşref Yolcu, parayı kendisine Hakkâri Yüksekovalı işadamı Hikmet Serdar’ın gönderdiğini öne sürdü. Fransız yetkililer, Türk makamlarıyla temasa geçti. Serdar’ın İran’dan getirilen 47 kilogram eroinle ilgili olarak tutuklandığı anlaşıldı. Türkiye’ye gelen Fransız yetkililer, 19 Nisan 2007’de cezaevindeki Serdar’ın ifadesine başvurdu. Serdar, paranın kendisine ait olmadığını iddia etti.

Dinlemeye takıldılar

Bu arada uyuşturucu soruşturması sırasında telefonları dinlenen Serdar’ın, Gebze’deki akaryakıt kaçakçılığı olayına adı karışan işadamı İbrahim Bilgehan Taşdelen’le yaptığı görüşmenin de dinlemeye takıldığı anlaşıldı. Serdar görüşmede, Ankara’da Jandarma İstihbarat’ta görevli Yarbay Mustafa Nail Pekiner’le yaptığı görüşmeyi anlatıyor.
Başka bir görüşmede ise Serdar, Yarbay Pekiner’in evini arıyor ve oğluna not bırakıyor. Bunun üzerine Serdar, kendisinin ve çevresinin telefon numaralarını değiştirtiyor.
İddialar üzerine halen Yarbay Pekiner’in şüpheli olarak ifadesi alındı. Yüksekova’da görev yaparken Serdar’ı tanıdığını kaydeden Pekiner, başka ilişkisi olmadğını söyledi.
Dinlemeye takılan bir başka kişinin de Güneydoğu’da görev yaptığı dönemde “teröre karşı daha duyarlı kılmak ve hizaya getirmek için hâkim ve savcıların oturduğu lojmanların yakınına bomba attırdığını” açıklayan emekli Korgeneral Mehmet Altay Tokat olduğu iddia edildi. Tokat da işadamını Hakkâri’den tanıdığını belirterek iddiaları reddetti. Savcı, Tokat ve Pekiner hakkında, delil yetersizliğinden takipsizlik verdi.

/ çok teşekkür. çok ilim . çürütürüm , çakırım , çok oluyonuz. çok ilim. çok mu tedbirsizsiniz. çok mu alakalıyım . çok mu ballıuım , barının , bakalım , karanlık , koyu , kotu , kortu , kot , kot , kor , kot , kom , kol , kos , kas , kay , kat , karınlık , tedbir , teşekkür , tehlikelisin , bir ilim sez , tecrübe

Ordu ekonomide ulusalcılıktan vazgeçti

Orduya bağlı bir kurumun iştiraki olan Oyak’ın satışı orduyu etkiliyor. Kimilerinin karşı çıktığı bu satışı analistler, ‘ordunun ekonomide ulusalcılıktan vazgeçmesi’ olarak yorumluyor.

OYAK Türk’tü Türk kalmadı – 24 / 06 / 2007 15:09


<

Gazeteport yazarlarından Murat Sabuncu, Oyakbank’ın satışını, orudunun ekonomide ulusalcılıkta vazgeçmesi olarak yorumladı.

Her yer kırmızı beyazdı, salon kıpır kıpır… Podyumda bir ileri bir geri yürüyen etkileyici adam üç kuruluşun; Türk Telekom, TÜPRAŞ ve Erdemir’in yerli sermayede kalması gerektiğini savunuyordu. Biraz sonra “hangisini alalım oylaması” yapılacaktı. TÜPRAŞ mı, Erdemir mi? Her ikisi için de yüksek oranlarda “alalım” kararı çıktı. Salon alkıştan çınlıyordu.

OYAK’ın satışı açıklandıktan hemen sonra bağlandığım Habertürk’te Melda Yücel’in programında anlattım yukarıdaki anektodu. 7 Eylül 2005’te Antalya’da yapılan OYAK’ın toplantısına katılmıştım ve yukarıda anlattığım, Çoşkun Ulusoy’un konuşmasıyla başlayan toplantıdaki heyecana gazeteci olarak şahitlik etmiştim. O günler ekonomide ulusalcılık rüzgarının sert estiği günlerdi.


Çalıştığım Milliyet Gazetesi’nde bu konuyla ilgili onlarca habere imza atmıştık. Sadece OYAK değil TOBB, ASO gibi kuruluşlar, Türkiye’nin büyük holdingleri, “önemli kuruluşlar yerli sermayede kalmalı” açıklamaları yapıyordu. Canlı yayınlanan kimi ihalelerin ardından ceketin cebinden Türk bayrağı çıkarıp sallayan bile oluyordu. Ama OYAK’ın durumu farklıydı. Her ne kadar “Burası askere bağlı ama ticari olarak bağımsız bir kuruluş” dense de o dönem “yerli malı yerlide kalmalı” sloganının ordu tarafından da savunulduğu izlenimi yayılıyordu.

Bu kısmen de doğruydu. İlerleyen günlerde Erdemir, OYAK tarafından alındı. TÜPRAŞ yine yerli sermayenin, Koç’un oldu, Türk Telekom ise Hariri ailesinin. Durum 2-1’di yani. Gerçi her üç satış için de “şimdilik yerli vurgusunu yapmalıyım”. Aradan yaklaşık iki yıl geçti. Bu süreçte Türkiye’de pazar payı yüzde 3’ler düzeyinde olan OYAK’ın bankasına kimi yabancı müşteriler gelip gitti.

Sonuçta da 19 Haziran 2007’de OYAK Hollandalı ING’nin oldu. OYAK aslında ekonomik bir zorunluluğu yerine getirdi. Erdemir’in OYAK’a devri 2.9 milyar dolarlık bir finansmanı gerektiriyordu. Üstelik burayı alan kurumun yatırımları devam ettirmesi şartı da vardı. Bankayı satarak Erdemir’in borçlarında bir rahatlama yaratıldı.

Bu arada bankacılık açısından da önemli bir gelişme yaşandı. OYAK Bank Silahlı Kuvvetler’in karargahlarındaki tek banka. Onbinlerce ordu mensubu başta maaş olmak üzere işlemlerini burada yapıyor.

Şimdi bu pazar için de Türk bankaları arasında büyük rekabet olacak. Karargahlarda yeni banka-bankaları görebiliriz. Satın alan ING Group’a gelince. Türkiye için yazdıkları iki rapor var önümde. Birincisi 2005 yılına ait. Türk ekonomisi için “korkutucu bir tablo” çiziyor. İkincisi yeni tarihli, bundan üç ay önceye ait. “Abdullah Gül cumhurbaşkanı olursa darbe olabilir” notunu taşıyor. Her ikisini de ilerisi için dikkatle not etmek gerekir.

Yazıyı daha fazla uzatmayayım. Bir tespitle bitireyim. OYAK’a bakarak ekonomide askerin duruşuna dair sonuç çıkaranlar sanırım artık farklı bir düşünce biçimine geçmeliler. Ordu bu satışla “ekonomide ulusalcılıktan vazgeçildiği” mesajını veriyor bence. Bu iyi mi kötü mü? Bankacılıkta yabancı payının yüzde 42’ye çıktığı son operasyondan sonra oturup hep beraber düşünelim. Ne dersiniz?

Gazeteport

/ Mevcut ordu dediğinizin temel özellikleri , kalın yarmalar , kayırmalar , dünyadan uzak , geçmişi mandacılık , karmaşık , kollan , koyulan , koruklan.

Serbest piyasa , korumacılık , liberal ekonomi , girişimcilik , akıl , teknoloji , bilim , bilişim , tarih , milli bilinç alanlarında akıldan tamamen uzaklar.

iş yapmışların kazançları çalındı çırpıldı . ulsalcılık diyerek işbirlikçileriyle beraver bir oy alacaklar . Bu yarmalarla bu şirketlerin türk kalmayacağı belirli .Tam anlamıyla bir hülle. Karmaşık bir konu. Kimler yarma . Kimse . konuşacağım yarılacaksınız . Bir hiçsiniz. Bir hükümet. Bir tedirdin .

Biz alırız Hak . Karanlık bir uyum. Biz yapacağız yatırım. Biz yalayacağız. Biz üstünüz. Biz tedirginiz. Biz öpperiz. Biz kalabalığız. Biz orduyum . Biz delimiyiz. Güvendiğiniz mekanlarda ölüm karalılığı . Siz öyle bir mekandasınız. Satarım sizleri. Kaşındın sen. siz böylesiniz. Güven amerikaya . Amerikada öldürelim sizi. Gönder fransızı. anladı o . Gerilim yarattım . Gererim . Deliririm. Tedirginim. Telaşlandım . Teşekkür.

Amerikan çocıklarını amerikalılara öldürebilir. Bu iş parayla sırayla. Kimler kimleri öldürmüyorki. Delirirsin sen. Hararet . Haklı . Karlı . Koaman . Kuala . Kitqab . Kut . Kuba . Koru . Korunak . Kel gerim .Fellik Fellik. Deli arıyoruz . Değişik bir koyu. Kaliba delirttim. Tedirgin. Değişik . Gel buraya. Delirirtririm. Delisin. Jale . Jum. Boom . Bomba . Batyıldım bu konu. Bareka. Ballısın. Bayık. Ballı. Bahane karanlık

Türkiye’ye ‘yakında darbe olacak’ diyen ve senaryo skandalını gözü kapalı yalanlayan Zeyno Baran nişanlısı ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Bryza ile evlenecek.

Darbe tellalı ABD'ye gelin gidiyor

Bahar Bakır’ın haberi:

Zeyno Baran ilk kez 2006’da Newsweek’te yayımlanan makalesiyle Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştü. Yazdığı makalede “2007’de Türkiye’de darbe olma ihtimali yüzde 50-50” diyordu. Bir yıl sonra, geçen hafta Türkiye’yi neredeyse bir krize sürükleyecek olan “dehşet senaryolarıyla” yeniden gündeme oturdu.

Zeyno Baran 31 Ocak 1972 doğumlu. Gazeteci bir ailenin kızı. Babası Ahmet Uran Baran, Hürriyet’in ilk Moskova ardından Atina temsilcisiydi. Annesi Füsun Arsan da Günaydın’da gazeteciydi. Zeyno Baran Avusturya Kız Lisesi’nden 1991’de mezun oldu. ABD’nin en prestijli siyaset okullarından Stanford Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okudu.

1996’da Dünya Bankası’nda Kemal Derviş’le Bosna konusunda çalıştı. Think tank hayatına ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından CSIS’te (Center for Strategic and International Studies) Bülent Ali Rıza’nın başkanlığını yaptığı Türkiye programında başladı. 1998’de CSIS’te Gürcistan Programı’nı kurdu. Özellikle Kafkasya ve enerji sorunu üzerinde yoğunlaştı. 2003’te Nixon Center’a geçti. Uluslararası Güvenlik ve Enerji Programları Masası başkanı oldu. Üç yıl çalıştığı Nixton Center’dan 2006 Nisan’ında ayrıldı ve Hudson Institue’a geçti. Bu geçişe neden olarak Nixon Center’ın aşırı realist politikalarını gösterdi. Halen Hudson Institue’un Avrasya Politikaları programının başkanı.

Onu tanıyan kişilerin bir kısmı Zeyno Baran’ı aşırı çalışkan, çok hırslı biri olarak tanımlıyor. Az yiyip az uyuduğunu, sosyal hayatının yok denecek kadar az olduğunu anlatıyorlar. Bazıları onun okulda karizmatik ve parlak olduğunundan bahsederken, bazıları da aşırı birikimli ve uzman denebilecek biri olmadığını, hâlâ bir çocuk olduğunu belirtiyor.

Zeyno Baran son günlerde yaşadıklarını “kocaman” bir yanlış anlaşılma olarak yorumluyor ve “Analizlerime devam edeceğim” diyor. Bu yıl içinde nişanlısı ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Matthew Bryza ile evleneceğini de ekliyor.

Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştünüz. Gündeme geldiğiniz konuyla ilgili gelişmeleri nasıl karşıladınız?
Toplantı bitince Paris’e döndüm. Olayları ertesi gün öğrendim. Başta gelişmeleri çok da ciddiye almadım. Ama Türkiye o kadar gerilmiş ki, hemen şahsım ve toplantıya katılanlar için kötü niyet arandı. Kesinlikle böyle bir şey yaşayacağımı beklemiyordum. Böyle kapalı toplantılar hep olur. Mesela biz “ABD İran’a girerse ne olur?” gibi sorular üzerinden çalışmalar yaparız. Toplantı öncesi dönemde senaryolar yazıldı. Fakat o dönemde ben Türkiye’deydim. Dönünce toplantının amacı, katılımcılar konuşuldu. Bu senaryolara gerek görülmediğine karar verdik. Zaten bu toplantının amacı Türkiye’nin sabrının kalmadığı, Kuzey Irak’a girebiliriz mesajlarını verirken o bölgede büyük sıkıntılar yaşayan ABD’yle bir fikir tartışmasıydı. Çünkü ABD PKK’yı El Kaide gibi görmüyor. Beni en çok üzen bana CIA ya da MOSSAD ajanı yakıştırmalarıydı.

2006’da da Newsweek’teki yazınızla dikkatleri üzerinize çekmiştiniz. Bu tür yazılar ya da denildiği gibi “senaryolar” üretmeye devam edecek misiniz?
Yazılarımda birilerinin dikte ettirdiği şeyler yok. Newsweek’teki yazımın tek talihsizliği zamanlamaydı. Benim yazımdan önce Ahmet Necdet Sezer olsun, Yaşar Büyükanıt olsun bu tür söylemler yapmışlardı. Ayrıca ben bir analiz ve yorum yaptım. Yaptığım şey haber değildi.
ABD ve Avrupa’da içerideki gerginliğin tam anlaşılmadığını ve bu sürecin sürprizlere yol açabileceğini düşündüm.
O yüzden bunu yabancı bir dergide yazdım. Yani bir senaryo yazmadım. Analizlerime devam edeceğim. Önümüzdeki birkaç ayda Türkiye-ABD ilişkileri gerilmemesi konusunda, ABD’nin El Kaide ile PKK’yı aynı kefeye koyması ve bir an önce somut adımlar atması konusunda yazıp çizeceğim. Türk iç politikasıyla ilgili değil…

“Ne Mesut Yılmaz’a ne de başka bir Türk lidere danışmanlık yaptım”

Washington’da çalışmak, gelişmelere oradan bakmak nasıl bir şey?
ABD’deki bir düşünce kuruluşunda çalışmak, başka bir ülkede çalışmaktan çok daha tatmin edici. Yaptıklarınız en azından dikkat çekebiliyor, karar alma sürecini etkileyebiliyor. Herhangi bir ayrımcılık yapılmıyor. Böyle bir yerde çalıştığım için şanslıyım. Ama bunun için 11 yıl çok çalıştım.
Son iki-üç yıldır Washington’da en önemli konu Irak, Afganistan, Çin, Pakistan. Türkiye ciddi bir kriz olmadan burada gündeme gelmiyor. Türkiye ile ilgili toplantılara belirli kişilerden başkası katılmıyor.

26 yaşındayken Mesut Yılmaz’a Mavi Akım Projesi’yle ilgili olarak danışmanlık yaptığınız, özel bir uçakla kendisiyle Moskova’ya gittiğiniz yazıldı.
Bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Ben ne Mesut Yılmaz’a ne de başka Türk bir lidere paralı ya da parasız danışmanlık veya arabuluculuk yaptım. Mavi Akım projesine yapılmadan önce ve sonra da karşıydım çünkü Türkiye’nin çıkarlarına uymadığı görüşündeyim. İkincisinin de öyle. Mesut beyle o dönemde bir-iki görüşme yapmıştık. Mavi Akım’a jeopolitik nedenlerden dolayı olumlu bakmadığımı anlatmıştım. Kendisi “Rusya’daki seyahate katılır mısın, belki görüşün değişir” dedi. Ben de hiçbir söz vermeden gittim. Bundan sonra da projeyi desteklemediğimi belirten makaleler yazmaya devam ettim.

Bu kadar genç yaşta bu sorumluluğu nasıl aldınız, neden Yılmaz sizin gibi genç birine danışmayı tercih etti?
Ben her şeyi bilmem. Kendi konularımı (Avrasya bölgesinde doğalgaz ve enerji politikaları, Türkiye-ABD ilişkileri, İslam-demokrasi ilişkisi) iyi bilirim. Bana değer verdiği için danıştığını düşünüyorum. Gürcistan’dan Kazakistan’a, Fas’tan Fransa’ya kadar üst düzey liderlerle görüşme fırsatım hep oluyor. Bu benim için alışılmadık bir durum değil. Annem ve babam tanınmış gazeteciler olduğundan 15 yaşımdan beri Türkiye’deki parti liderlerinin, işadamlarının evimize girip çıktığını bilirim.

“Genetik mühendisi olacaktım; kanımda politika varmış”

İki önemli gazetecinin bulunduğu bir ailede büyüdünüz. Nasıl geçti çocukluğunuz?
Benim çocukluğumda ikisi birlikte değillerdi. O yüzden bana annem ve anneannem baktı. Veli toplantılarında herkesin annesi olurdu, benimki yurtdışındaydı. Annem çok güçlü, girişken ve bağımsız bir kadındı. Erkek arkadaşlarıma karşı beni çok korurdu. Babam ise ağırbaşlı, ciddi, mesafeli, her şeyi kendine dert eden bir kişiydi. Çok zor yerlerde çalıştı. İki gazeteciyle düzgün bir aile hayatımız çok yoktu. Çünkü zor ve stresli bir meslek. Ama ikisi de çok çalışkandı.
Annem sonra Zafer Mutlu’yla evlendi. Onu hiçbir zaman üvey baba olarak görmedim. Kardeşimizi kaybettikten sonra aile içinde bir trajedi yaşandı. Çok zor günler geçirdik.
Annem de babam da “Gazeteci olma” diye bana çok söylediler. Lisedeyken matematik ve fizikte çok iyiydim. Amerika’ya genetik mühendisi olmak için gitmiştim. Fakat kan çekiyor derler ya, uluslararası ilişkiler okudum ve yine politika içinde kaldım.

Bu noktaya gelmenizde ailenizin payı var mı?
Amerika’ya gitme kararımı kendim aldım. Bir yıl boyunca odama kapanıp ders ve İngilizce çalıştım. Üniversiteden sonra ne yapayım diye büyüklerimle konuştum.

Kaç dil biliyorsunuz?
Türkçe ve İngilizce. Sekiz yıl Almanca eğitim görmeme rağmen konuşmayınca çok unuttum. Bir ara Fransızca ve Latince de öğrenmiştim ama unuttum şimdi.

“Kıyafetlerim Network’ten, ayakkabılarım Divarese’den”

Okul yıllarınızdan neler hatırlıyorsunuz?
Çok çalışkan ve düzgün bir tiptim. Öğrenciyken anti-popüler bir tip değildim ama popülerdim de denemez. Sınıf başkanıydım. Hiç çekinmeden Avusturyalı hocalarımla tartışırdım aklıma yatmayan şeyleri… Okul çıkışı eve gitmezdim. O dönemde Taksim’de McDonald’s açılmıştı. Bazı arkadaşlarımla oraya giderdik.

Günlük hayatınızda nasıl bir kadınsınız?
Giyim kuşam konusunda annem bana hep kızar. Makyaj, saç ve kıyafetle ilgim yok. Sade ve spor giyinirim. Renk konusunda aşırı derecede muhafazakarım. Çok fazla siyah giyiyorum. Kendimi zorlayarak arada kırmızı ve pembe bir şeyler almaya çalışıyorum. Modayı takip ettiğim söylenemez. Alışverişimin tamamını Türkiye’den yapıyorum. Kıyafetlerimi Network’ten alıyorum, ayakkabılarımı Divarese’den. Nişanlım Bryza ise Vakko ve Mudo’yu çok seviyor. Gömlek, kravat ve ceketlerinin çoğunu o da Türkiye’den alıyor.

Annesi Füsun Arsan:

“Hırslı değil, çalışkandı. IQ’su 158’di”

Kızınızın Türkiye’nin gündemine bu şekilde oturacağını hiç düşündünüz mü?
Ben kızımın hep çok iyi işler yapacağını biliyordum, yaptığını da görüyorum. Olanları yanlış anlaşılma, durumu iyi analiz edememe olarak değerlendiriyorum. Benim küçük kızım tarafsızdır. O hiçbir ideolojinin arkasında değildir, çalıştığı Hudson Institute’un bile.

Peki kızınıza yönelik suçlamaları duyduğunuzda ne yaptınız?
Hemen aradım. Çok üzgündü ve şaşırmıştı. Sadece PKK konusunda konuşulduğunu, her şeyin yanlış anlaşıldığını söyledi. Kızımla gurur duyuyorum, tüm dediklerinin arkasındayım. Zeyno’yu taraf yapmak istediler ama o laik, Müslüman, arkasında hiçbir güç olmayan biri.

“Zeyno’nun geleceği çocukluğundan belliydi”

Bir dönemin en tanınmış gazetecisisiniz, eski eşiniz de. Kızınızın bu mesleği seçmesinde payınız oldu mu?
Aslında çocuk yaşlarında politikaya atılacağının sinyallerini başarılarından veriyordu. Zeyno Avusturya Lisesi’ni çok yüksek bir dereceyle bitirmişti. Bu derece ona Almanya ya da Avusturya’da bedava okuma hakkı tanıyordu. O ise ABD’de eğitim çok daha iyi diye oraya gitti. Oranın en büyük sekiz üniversitesine başvurdu ve hepsine de kabul edildi. Stanford Üniversitesi’ni birincilikle bitirdi. Ondan bu kadarını beklemiyordum açıkçası. İslam ve demokrasi konulu bitirme teziyle en kıymetli ödül olan Firestone Award’u aldı. Ben orada bu çocuğun geleceği belli oldu dedim.

Zeyno için çok çalışkan, hırslı bir insan diyorlar…
Zeyno çok akıllı, çok çalışkan ve mütevazı bir çocuktu. Uslu ve sakindi. Hassastı. Ödevlerini en kısa sürede bitirirdi. Hatta ben fazla çalışıyor diye onu çalışma masasından uzaklaştırırdım. IQ testi yaptırmıştık, 158 gibi yüksek bir derece çıkmıştı. Bu kızın parlak olacağı o zamandan belliydi.
Sosyal hayatına da önem verirdi. Sinemaya gitmeyi ve arkadaşlarıyla takılmayı çok severdi. Spora bayılırdı. Çok iyi tenis oynar, solak olduğu için engellenemez backhand’leriyle karşısındakileri yenerdi. Ayrıca çok da iyi kayak yapar, Avusturya Kız Lisesi’nde kayak takımında ödülleri var. İyi bir yarışçıydı. Ama dizi sakatlandı. Fitness’ı da çok sever.
ABD’de üniversite bittikten sonra orada yaşamak için ilk başta bir think tank’te çalıştı. Ayrıca bir de ek iş bulmuştu. Tercüme yapıyordu galiba. Dolayısıyla hırslı değil çalışkandı. Hâlâ sorarım “Kızım bu kadar çalışıyorsun, bari para kazanıyor musun?” diye “Uf anne, ne parası” diyor.

“Byrza ile evleniyoruz”

Sizi tanıyanlar sizin için yemez içmez, deli gibi çalışır, çok hırslı diyorlar. Çalışmaktan özel hayatınıza vakit ayıramıyor musunuz?
Amacım para ve şöhret olsaydı başka tür iş yaparım. O yüzden hırslı değilim. Evet, alanımda derinleşmek için çok çalışıyorum. Bu suç mu? Genelde hafta içi sabah 8’den akşam 9’a kadar çalışıyorum. Toplantılar, yemekler, kendi özel çalışmalarımla geçiyor. Hafta sonunda spor salonuna gidiyorum. Kitap okuyup arkadaşlarımla kafelere gidiyorum.
Nişanlım var: ABD Dışişleri Müsteşarı Yardımcısı Matthew Bryza. O da benim gibi çok yoğun çalışıyor. Birbirimizi arayıp “Haydi yemek yiyelim” ya da “Eve dönelim” demesek sabaha kadar çalışacağız. Birlikteyken evde zaman geçirmeyi, klasik müzik dinlemeyi ve konuşmayı seviyoruz. Yaşlı gibiyiz değil mi? İleride çocuğum olduğu zaman daha az çalışmayı düşünüyorum. Ama işimi hobim gibi görüyorum.

Peki ufukta evlilik görünüyor mu?
Evet, bu yıl içinde evleneceğiz.

CSIS, Nixon Center sonra Hudson Institute’ta görev yaptınız. Sonraki basamak ne?
Gerçekten bilemiyorum. Başta Hudson’a girmekten tereddüt etmiştim. Çok fazla neo-con olarak tanınıyor. Ama sonra böyle olmadığını gördüm. Enstitü de bu imajının sadece kurucusundan geldiğini düşünüyor. İş hayatında her şeyi oluruna bırakıyorum

(Milliyet)

Bak kürt . 3 cümleni okudum . 3 cümle sarfet , 3 cümle duydum . Elime düşsen . Hemen idam etmem. Acı cektire cektire yaşatırım. Cehennemliksin. Farkındasın artık. kürtsün. Alımlısın takib ediyoruz. Senin gib değerler üst makamlar buluyor. Üst makamlarınızı da takib ediyoruz. Düşüreceğim sizleri .

Beynin . çok yanman lazım. çok yatırım lazım . Çok karmaşık. Çok tepkilisin. seni adam aadam dam ameileyat cok ilerde. beyin. cok derin. deliyim ben. yok deliyim ben. çok delirtirim kız . Çok manyak. Cok delisin. inşallah yakında gelicem. Bir milletle nasıl uğraşılır göstericem . Cok dertlisin. Derin Allah . akıl. Yankım . Yakarım. Yalakalar art. Çok şom ağızlılar var

Bir süre önce Hudson Enstitüsü’nde cereyan ettiğini öğrendiğimiz o malum toplantıda planlanan suikastlar aslında zincirin son halkası… Peki zincirin ilk halkaları hangieri? İşte bunun için bu köşede tarihi bir ‘dikiz aynası’ olarak kullanıyoruz. Bu aynaya baktığımızda yakın tarihten kanlı bir olay düşüyor hafızamızın kırılgan kabuğuna. Yıl 1913…

Hudson senaryosu ve tarihin dikiz aynasında o suikast

1960’ların ‘iletişim peygamberi’ olarak selamlanan düşünürü Marshall McLuhan’a göre toplumlar, tanıklık ettikleri ‘şimdi’yi bir türlü göremezler, yaşadıkları çağı sürekli geçmişin kavramları ve düşünce alışkanlıklarıyla değerlendirirler. Buna göre toplumların önlerinde duran gerçeklik ancak ve ancak onların dikiz aynalarının görüş mesafesine girdiğinde dikkate alınmaya başlar.

İşte Hudson Enstitüsü’nde cereyan ettiğini ‘her nasılsa’ öğrendiğimiz malum toplantının suikast üzerine kurulu senaryoları da aynı etkiyi bıraktı. Hafızası çöle dönmüş bir hasta misali bu tür toplantıların ilkiymiş gibi algıladık onu ve başladık bir yerleri balyemez toplarıyla dövmeye. Sanki tarihte ilk bizim başımızdan geçiyor bu tür olaylar ve sanki daha önce bu filmi hiç seyretmedik.

İşte bunun için bu köşede tarihi bir ‘dikiz aynası’ olarak kullanıyoruz ya. Bu aynaya baktığımızda yakın tarihten kanlı bir olay düşüyor hafızamızın kırılgan kabuğuna.

O uğursuz 1913 yılındayız. Bir yıl önce başlayan savaş sonunda ‘ikinci Anadolu’ yapmak için onca asır gayret kanatlarına binip sabrın memesinden emzirdiğimiz Balkanlar’ı terk etmiş, hatta sevgili Edirnemiz dahi Bulgar çizmesi altında inlemeye başlamıştır. Savaş devam ederken ‘Bu iş uzaktan kumandayla yürümüyor, Edirne Bulgar’a veriliyor’ diyerek Sadrazam Kámil Paşa’ya silah zoruyla istifa mektubu yazdıran Enver Paşa’nın önünde şimdi 31 Mart İsyanı’nda İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun başındaki Mahmud Şevket Paşa duruyordu. Eski tüfeklerden olan Paşa hem Genelkurmay Başkanı’nın amiri konumunda, hem de başbakandı ve muazzam yetkileriyle İttihatçı üçlünün eylemlerini kısmen frenliyor, bu yüzden iktidarları, Sina Akşin’in tabiriyle, ‘denetleme iktidarı’ndan öteye gidemiyordu.

CENAZE ARABASI

Bundan tam 94 yıl önce, yine bir haziran günü II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Osmanlı Devleti’nde en güçlü adam konumunu kazanan Mahmud Şevket Paşa pusuya düşürülerek hayatını kaybedecekti (11 Haziran 1913).

Olay şöyle gelişmişti:

Boş bir tabut bulunup Ahmed Nazmi Paşa’nın otomobiline konulmuş, güya cenaze taşıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmıştı. Otomobil Divanyolu’na sapan sokaklardan birinin köşesinde beklemeye başlamış, tam Mahmud Şevket Paşa’nın otomobili Beyazıt’tan hareket edip de yanlarına yaklaşacağı sırada yola çıkmıştı. Tabii cenazeye hürmet lazım, değil mi? Paşa’nın şoförü sözde cenaze arabasının geçmesini beklemiş, araba geçmiş fakat az sonra, plan gereğince aniden durmuştu. Böylece Mahmud Şevket Paşa’nın makam arabası kapana kıstırılmıştı. Öndeki arabadan çıkan Topal Tevfik, tabancasıyla Paşa’nın üzerine kurşun yağdırmış, etrafta toplanan arkadaşları da koroya katılınca araba ve içindekiler kalbura dönmüştü. (O anı bir daha yaşamak isteyenler Harbiye’deki Askeri Müze’de sergilenen arabayı kendi gözleriyle görebilirler.)

/uğur mumcu cinayeti /

Böylece suikastin ilk adımı amacına ulaşmış oluyordu. Ancak bu iş burada kalmayacak, hesapta Enver, Cemal ve Talat Paşa’nın yanı sıra iki Yahudi İttihatçı da temizlenecekti. Bunlar Nesim Ruso ve Emanuel Karasso’dur. Hedeftekilerin ortadan kaldırılmasıyla İttihatçıların beyin takımı imha edilmiş olacak, ardından tasfiyeler başlayacak, İttihatçı kadro gemilere bindirilip sürgüne yollanacak ve Osmanlı iktidar gemisi yeni rotalara girecekti.

/grçği bulacağız kacırmayın konular ./

Peki hangi yeni rotalara?

Mahmud Şevket Paşa İttihatçılar tarafından mı öldürtülmüştür? Sonuçta Truimvira denilen Enver, Cemal, Talat üçlüsünün önü bu suikastle açılmış, yani kárlı çıkanlar onlar olmuştur ama bunun daha derin ve uluslararası bir komplo olduğu şüphesine davetiye çıkaran kanıtlar var elimizde. Üçünü görelim:

1. 5 ay önce zorla istifa ettirilen ve İngiliz taraftarlığıyla tanınan Kıbrıslı Kámil Paşa, cinayetten 15 gün önce, sessiz sedasız İstanbul’a dönmüştür. Neden?

2. İngilizler, II. Abdülhamid döneminden beri Almanlara kaptırmış oldukları ticarî ve siyasî nüfuzlarını geri alabilmek için çalışıyorlardı. Bu amaçla Bağdat Demiryolları’nın uzanacağı Basra Körfezi’ni kontrole etmeye, dahası, Fırat ve Dicle üzerinde gemi işletme tekelini almaya ve bazı sınır sorunlarında tavizler koparmaya uğraşıyorlardı. Bu görüşmelerin Kámil Paşa zamanında başlamış ve suikast tarihinde henüz sonuçlandırılmamış olması ilginçtir.

3. En önemlisi de, Irak petrolleri sorunudur. İngiltere, harıl harıl Almanya’ya kaptırmakta olduğunu hissettiği bu geleceğin muazzam petrol damarları üzerine nasıl çörekleneceğinin hesaplarını yapıyordu (nitekim amacına 5 yıl sonra ulaşacaktı). Osmanlı Devleti’nden, kurulacak bir şirkete imtiyaz, yani yasal ayrıcalık tanımasını istedi. Osmanlı Devleti de buna, Almanları güvendirmemek için sermayesinin iki devlet arasında paylaşılması şartıyla razı oldu. Çarpıcı bir rastlantı: Bu imtiyaz anlaşması, tam da suikast günü imzalanmıştı!

Dikiz aynamız bugün neyi gösteriyor? Neyi koparmak istiyorlar da koparamıyorlar, dersiniz.

Sorular ki akar gider sonsuza…

star- Salih Mercan

/ gerekenler gerilim . Ama faydası yok . Yolcu yolunda gerek. Çok çılgınsınız. Böyle tükürük . Böyle karıncalandı . Böyle gerilim yaratan işler . Böyle kahpeliklerle , fitnelerle atılan temeller. Karşılığını almaktan çekinmem. Tanıdım ben sizi . Utanırım anlatmaya. Aşkım benim. utan. Severim seni. Seciyorum ben koyun. Karanlık. tebe teşekkür