Archive for the ‘amerika’ Category

İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi, İsrail uçaklarının Suriye hava sahanını ihlal etmesinin ve Türkiye sınırları içerisine yakıt tankı bırakmasının Ankara yönetimini ‘kızdırdığını’ açıkladı.

Türkiye, İsrail'e öfkeli!

Büyük resimde topraklarımıza düşen yakıta tankına benzer bir parça taşıyan İsrail Hava Kuvvetlerine ait bir F-16 görülüyor. Küçük resimde ise aynı model uçağın yakıt tankı taşımayan hali görülmekte. (Kaynak: İsrail Hava Kuvvetleri sitesi)

haber 10’da yayınlanan veİsrail Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkililerine dayandırılan haberde, Türkiye’nin son gelişmelere rağmen herhangi bir girişimde bulunmadığı kaydedildi./çok yalın/

“Türkiye, İsrali Hava Kuvvetlerinin yaptığı iddia edilen baskına öfkeli” başlıklı haberde, Türkiye’nin İsrail uçaklarının Suriye’deki hava sahası ihlalinden duyduğu kaygıyı, resmi olarak dile getirmesine karşın, Tel Aviv hükümetinin Ankara’dan resmi bir ‘protesto’ almadığı ifade edildi.

Suriye sınırına yakın iki yakıt tankerinin bulunması üzerine, Türkiye’nin İsrail’den izah istediği haberlerine işaret eden gazete, Türk basınının söz konusu tankerlerin, istihbarat toplamaya gönderilen İsrailli F-151 uçaklarına ait olduğunu yazdığına dikkat çekti.

Haberde, Türk tarafının, Ankara’nın Tel Aviv’deki büyükelçiliğinden İsrail Dışişleri Bakanlığı nezdinde protestoda bulunmasını talep etmediği ve izah istenilmediği belirtildi. İsrail’deki Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkilisi de, Ankara’nın olaya ilişkin olarak Bakanlığı ile temasa geçmediğini söyledi. Jerusalem Post, İsrail Başbakanlığı’nın Suriye’deki uçuş iddialarına ilişkin sessizliğini koruduğunu da vurgu yaptı.

Bununla beraber, İsrail Bilim ve Teknoloji Bakanı Ghaleb Majadle’nin, A Sinara gazetesine İsrail uçaklarının günlük olarak Suriye hava sahasına girdiklerini söylediğine değinen gazete, Majadle’nin Suriye’deki son olayın bir savaşa yol açacağını sanmadığı şeklindeki görüşlerine yer verdi. Haberde, Majadle’nin, Suriye hava sahasına fotoğraf çekmek yada hata sonucunda girmiş olabilecekleri şeklindeki ifadelerinin altı çizildi./ Çok başka başka konularla akıl mı karıştırıcanız / Alırım aklınızı / Biz neylersek güzel eyleriz. /

Jerusalem Post, Parlamento Dışişleri Komisyonu Başkanı Tzani Hanegbi’nin, Suriye’de sorun olmasını istemedikleri, ABD ve Arap ülkelerinin de gereksiz gerginliğin yaratılmamasını için çalıştıkları şeklindeki sözlerine yer verdi.

Hanegbi’nin ayrıca “İsrail’in sessizliğinin ABD ile koordine edildiği” ifadesini de aktaran Jerusalem Post, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın / Kutluyorum / detaylı bilgi olmadığı gerekçesiyle yorumda bulunmamasına da dikkat çekti.

Suriye’deki Tişrin gazetesi ise, hava sahası ihlallerini “İsrail’in düşmanca yeni operasyonunun Washington ile Tel Aviv arasındaki koordine edilen bir çabası” şeklinde niteledi. Tişrin, ABD’yi sessiz kalarak İsrail’in ihlallerini teşvik etmekle suçladı. / sikeceğim olanları /

Bu arada, Arap ülkeleri, ihlali kınamayı sürdürürken Arap Birliği de, İsrail uçaklarının uçuşlarını “kabul edilemeyeceğini” duyurdu. / amalika /

SAMANYOLUHABER

Cinsel Bölgeler

Kadınların cinsel coşkuları ağır ağır artar. Başlangıçta hafif temas, okşama ve öpüşme cinsel heyecanın uyandırılması için en uygun yöntemlerdir. Sevişmenin başında erkeğin, kadının temel erojen bölgelerini (cinsel organ ve göğüsler) değil, ikincil olanları (yüzü, boynu, kolları, sırtı, belkemiğini ve tabii kalçaları) uyarması daha doğru olur!

Dudaklar

Sevdiğiniz kişinin dudaklarına kondurduğunuz minik bir öpücük bazı zamanlar dünyalara bedel olabilir. Hele bir Fransız öpücüğü sizi unutulmaz kılacaktır.

Eller

Eller vücudun en hassas yerlerindendir. Sevgilinizin ellerine yapacağınız bir masaj onun bütün stresini alacak ve rahatlamasına yardımcı olacaktır. Sevgilinizin parmaklarını dudaklarınız üzerinde gezdirerek onu tahrik bile edebilirsiniz. Onun parmaklarını kendi vücudunuzda gezdirerek hem kendi duygularınızı hem de onunkileri harakete geçirebilirsiniz.

Boyun

Sevgilinizin boynunu öpmeyi, hatta yumuşakça ısırmayı hiç denediniz mi? Denemediyseniz hemen bir vampir harekatına geçin ve sevgilinizin boynuna doğru yönelin, bakalım neler oluyor!

Saç Dipleri

Sevgilinizin saçlarını yumuşak dokunuşlarla ensesinden yukarıya doğru hafifçe okşamayı sakın ihmal etmeyin!

Karın

Karın ve cinsel organ arasında kalan bölge oldukça hassastır. Bu bölgeye yumuşak el masajları yaparsanız sevgiliniz üzerinize saldırmamak için kendisini zor tutacaktır. Krem kullanırsanız el hareketlerinizi daha da yumuşatabilirsiniz. Masajdan sonra göbek deliğine de küçük bir öpücük kondurmayı unutmayın!

Kulaklar

Kulaklar sadece duymaya yarar sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Kulaklara kondurulan ateşli bir Fransız öpücüğü sevgilinize unutulmaz birkaç saniye yaşatacaktır.

Ayak Bilekleri

Çoğu insanın cinsellikte pas geçtiği bölgelerden biri de ayak bilekleridir. Ayak parmaklarına ve bileklere uygulayacağınız rahatlatıcı bir masajla sevgilinizi kolayca baştan çıkarabilirsiniz.

Sırt

Boyundan başlayan dokunuşları yavaş haraketlerle kürek kemiğine doğru kaydırarak önce sevgilinizi rahatlatın. Bu sırada yanaklarına da öpücükler kondurarak onu iyice uçurabilirsiniz. Daha sonra göğüs kafesine doğru ilerlettiğiniz ellerinizle ona öldürücü darbeyi vurun.



Birleşmiş Milletler’in resmî internet sitesinin, dün sabah korsanlar tarafından hacklendiği bildirildi.

Korsanlar, siteyi hackledikten sonra da BM’nin internet sayfasına ABD`nin ve İsrail`in, Ortadoğu`daki politikalarını eleştiren bir yazı yerleştirdi. Sitenin ele geçirilen ve yazı koyulan kısmının ise Genel Sekreter Ban Ki-moon`un açıklamalarının koyulduğu bölüm olduğu kaydedildi. Korsanlar tarafından yerleştirilen yazıda “CyberProtest olan kerem125 M0sted ve Gsy tarafından hacklenmiştir.” “Hey ABD ve İsrail, çocukları ve insanları öldürme.” “Sonsuza kadar barış” ve “Savaşa Hayır” ifadeleri yer aldı.


Konya’nın Yunak ilçesine bağlı Kuyubaşı Köyü yakınlarında bir savaş uçağının düştüğü, pilotun atlayarak kurtulduğu bildirildi.

Yunak Kaymakam Vekili Muammer Köken, ilçeye bağlı Kuyubaşı köyünün Menteşe Yaylasına bir savaş uçağı düştüğünü söyledi.

Uçağın pilotunun atlayarak kurtulduğunu ifade eden Köken, olay yerine gönderilen bir helikopterle alınan pilotun sağlık durumunun iyi olduğunu öğrendiklerini bildirdi.

Köken, uçağın enkazının olay yerinde halen yandığı bilgisini aldıklarını kaydetti.

Militanlar , kafam bozuk . Kafanıza dikkat edin , Kesilebilir. Ama tırtıklımı , kör mü , keskinmi , tangi tıtık nasıl zengin , nasıl zorlar , nasıl sword da iyi gelebilir. Ekonomik duruma göre secilebilecek zenginkillerimiz var.

Kücük zekanız var , ama anlayabilmişinizdir sanırım. Delirtmek üzere mi gelsem , Kafa kesmek icin mi saklasam bende karanlığım biraz ama.

Bu arada konuyla alakalı ama Bush En son ne demiş . Kürt mü o yarak yemeli demiş .

Peki ulusal sözü ne : Her Yarağa uygun Göt mende Mevcut.

Önceki hafta bir grup Türk meslektaşla Amerikan Yahudi Komitesi’nin (AJC) organizesiyle İsrail’i ziyaret ettik. Büyük misafirperverlik gördük, çok şey öğrendik ( Misafirperverlik gördük devamı güzel ve anlamlı çok şey öğrendik. Kısaca Biz ne yaraklıyız görün de korkun ona göre yazın , uyarın birbirinizi . Ulan Giden Hödükler. Uyarınızı düzgün yapın. Deyin Bu amcıklara bu amcıklar gibi cevap vermek gerek . – yalan , korkutma , baskı , tehdit , şantaj dahil – ). Dünya Yahudi ‘network’ünün en hayati ‘proje’si olan İsrail’i yerinde gözlemledik. ( Can Damarlarından da sikmek lazım bi ibneleri , varmı yürekli milliyetçi , var mı yürekli türk-islamcı , varmı yarrak ?)

Türkiye’ye ve Türklere gösterilen yakın alaka bizi hassaten mutlu etti. ( Hadi canım Sende , skerim onların göstereceği yakınlığı da , o yakınlıktan mutlu olanları da)Ancak özellikle Türkiye’yi takip eden İsrail elitindeki Türk sevgisinin daha çok ‘laikçi’lere endeksli olduğunu hissettim ( Biliyosunuz yahudiler domuz , bahsettiğin laikçiler de onların bir varyanti zaten ). Bizdeki bir kısım İslamofobik elitle güçlü bağları olduğu ve onlar gibi aşırı laikçi reflekslerle hareket ettikleri anlaşılıyordu. ( Biz de bizi tehdit eden her harekete karşı tedbirimiz var , isterseniz buna aşırı milliyetçi deyin , isterseniz aşırı zeki deyin , isterseniz anımızın amını görücez deyin; size kalmış )

İç işlerimizi iyi bilen İsrailli uzmanlarla da görüştük. Mesela bir emekli İsrailli büyükelçi ile akşam yemeğindeyken Abdullah Gül’e sıcak bakmadığını açıkça ifade edenler oldu. ( Biz de kendisine iyi bakmıyoruz o zaman ) Şaşırmadım; çünkü Amerikan Musevi cemaatinin bir ayağı İsrail’deki bazı etkili liderlerinin AK Parti yönetimini ‘özde laik’ görmediğini ve Filistin meselesine yaklaşımlarını beğenmediğini biliyordum (delirten var , Deliler de filistin yönetimine hiç iyi bakmıyorlardı). Başbakan Erdoğan’ın işi İsrail’e terörist demeye kadar götüren beyanlarından zaten yaka silkiyorlardı. ( Siktiğimin ibneleri) Gül’ü ise sinsi bir ‘İslamcı’ buluyor, cumhurbaşkanlığı makamında çok daha etkili bir dış siyaset aktörü haline gelmesinden çekiniyorlardı.( Sinsi diyen yılanlara bak, Kafanızı keseriz pis maymunlar )

Haddizatında Yahudi milliyetçiliğine dayalı Siyonizm ile aşırı Amerikan milliyetçiliğinin bileşkesinden oluşan neocon ideolojisi de aynı çizgide. Dindar Müslümanlara öteden beri potansiyel stratejik tehdit nazarıyla bakıyorlardı ( Onların bildiklerinden ve dile getirdiklerinden değilim öyleyse ben bu ibnelere dostmuyum. Yok öyle görüyorlarsa bilelim . Çok amerikalı da bize dostuz stratejik dostuz , dedi dedi gerekeni becerdiler. Ben de güzel amerikalı beceririm. Çok klasik ama tesbih gibi dizip dizip Clinton u da imame diye başlarına koymak lazım diye düşünüyorum, Chirac ibnesini de püskül etmeyi canı gönülden istiyorum ) . 11 Eylül saldırılarından sonra tehdit algılaması akutlaştı. Sözde laikliği koruma adı altında yapılan İslam karşıtı toplum ve siyaset mühendisliği projelerini destekliyorlar. ( Çok sıkıcı yazacak birşey bulamıyorum )

27 Nisan postmodern darbe süreci, aynen 28 Şubat süreci gibi, en büyük uluslararası dayanağını güçlü Siyonist-neocon ‘network’ünden (şebeke) alıyor. Her iki süreçteki resmi ve gayri resmi aktörlerinin temas trafiğine şöyle bir bakılması bu kanaate varmak için yeterli. Hele bir profesyonel darbe kotarıcısı var ki, sırf onun koordinatlarından bu ‘network’ün nasıl çalıştığı, hangi karanlıklar prenslerinin müdahil olduğu ayan beyan görülür. ( Ne güzel listeye yazın puştların isimlerini , tüm dünyayı kana bulayan bu ibnelerin yaptıkları yanına mı kalır . Amerikayı da karanlıklaştırıcaz tabi , Etme bulma dünyası :)) alırız ifadelerini de ölçeriz ciğerlerini de, Bırakmayız yanlarına ) Türkiye-İsrail-Amerika üçgeninde faaliyet gösteren bu bayan provokatör, 28 Şubat sürecinde oynadığı kilit rolün benzerini 27 Nisan sürecinde de oynuyor. Washington’da bazı düşünce kuruluşlarında ona yardım ve yataklık eden Türkiye uzmanları da, finansörleri de belli. Ama her seferinde Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren, ülkemizin âlî menfaatlerine büyük zarar veren anti-demokratik müdahalelere dış destek zeminini hazırlayan bu tipler, muayyen güç odaklarınca el üstünde tutuluyor. ( tutsunlar tutsunlar aman kendi ecelleriyle ölmesinler )

Bu işi nasıl mı kotarıyorlar? Çok basit. Washington’a gelip etkili kontakları aracılığıyla ulaştıklarına Türkiye’nin şeriat rejimine kaydığını anlatıyorlar. Bu martavallara inanmaya dünden razı birçok adam buluyorlar. Sonra Ankara’ya dönüp, Washington’da da aynı kaygıların paylaşıldığı, askerî müdahaleye yeşil ışık yakıldığı yolunda dezenformasyon yapıyorlar. Tabii Ankara, duymak istediğini dinleyen adam kaynıyor. ( Çok sıkıcı , Bu adamlar tam anlamıyla gerizekalı , zekalarını sikeyim hepsinin ayrı ayrı )

Peki bütün bu oyunlar oynanırken, Amerikan yönetimi uyuyor mu? Yönetimin bir kanadı zaten o kafada. Mesela Başkan Yardımcısı Richard Cheney’nin orkestra şefliğini yaptığı Siyonist-neocon çizginin Amerikan devletindeki ve entelijansiyasındaki uzantıları eminim ki 27 Nisan sürecinden çok mutlu. Çünkü onlar için Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde demokrasi öncelik taşımıyor. Hatta neo-faşist idare taktiklerine bakılırsa, Amerika’ya bile demokrasiyi lüks gördükleri söylenebilir. İslam dininin motivasyon kabiliyetini, neo-koloniyalist emellerinin önündeki en büyük engel görüyorlar. Dolayısıyla İslam ülkelerine reva gördükleri ideal rejim, totaliter laiklik. İran ve Suriye’yle savaşa ve yeni savunma ihalelerine imza atabilecek laikçi Müslüman diktatörler hoşlarına gider.

Amerikan devletinde başını Dışişleri bürokrasisi ve kısmen CIA’in çektiği makul kanat ise bu ‘network’ün oldukça organize çalışmaları karşısında aciz. 27 Nisan muhtırasına karşı Brüksel’in sağlam demokratik duruşuna rağmen Amerikalı yetkililerden gelen ürkek açıklamalar bu tablonun sonucu. Muhtıra gecesi Bush yönetiminin resmi görüşünü almaya çalışırken yaşadıklarım çok ilginçti. Aradığım Dışişleri basın sözcüsü, ilk olarak bana ‘Türkiye’de demokratik süreci destekliyoruz’ dedi. Daha sonra telefon ederek açıklamasını ‘laik demokrasiyi destekliyoruz’ diye değiştirdi. Bir süre sonra tekrar düzeltme yaparak açıklamayı şu hale getirdi: ‘ABD, Türkiye’deki laik demokrasinin anayasal süreçlerini tam olarak desteklemektedir.’

Belli ki farklı mercilerden gelen beslemelerle ABD’nin resmi görüşü muhtıracıları fazla rahatsız etmeyecek şekle tekamül ettirilmiş, Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk demokratik refleks bastırılmıştı. Ne de olsa Türkiye’den beklentilerinin büyük kısmı hâlâ askeri nitelik taşıdığından orduyu kızdırmaya gelmezdi. Belki iç işlerimizde taraf seçiyor görüntüsü vermemek de istemişlerdi. Ama böylesine kritik bir eşikte ABD’nin demokrasiye daha net taraf olması gerekirdi.

27 Nisan postmodern askerî müdahale süreci de benzerleri gibi tarihe tüm vatanperver güdülere rağmen neticede Türkiye’ye değil, bir kısım iç ve dış çıkar gruplarına yarayan bir eylem olarak geçecek. Çok yazık.

Kısaca Sinsi amerikanın Sinsi yılanları , Oyunlarınız devam edemiyecek fazla. Kına yakın.

“CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir ( Ne Demek istiyor lam bu ). Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır.” Bu sözler usta gazeteci Scott Sullivan’a ait. Dahası mı?

CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir. Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır. Gates ve Edelman Türkiye’ye karşı PKK’yı ve İran’ı destekler. Bu kişiler, Kürtlerin, Irak Kürdistan’ını atış rampası olarak kullanarak Türk devletini parçalamasını istemektedirler. ( Yaraamı yesinler )

Sorun şu ki Cumhuriyetçilerin yönetiminde ABD, İran’ın bir eyaleti konumuna düşmüştür. CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir. Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır. Gates ve Edelman Türkiye’ye karşı PKK’yı ve İran’ı destekler. Bu kişiler, Kürtlerin, Irak Kürdistan’ını atış rampası olarak kullanarak Türk devletini parçalamasını istemektedirler. Gates ve Edelman, ABD’nin İran Devrim Muhafızları ile bağından da sorumludurlar. Devrim Muhafızları, İran’ın tek bir komuta altında toplanmış SA ve SS subaylarıdır. Irak’ın yeni ordusunda ve polis gücünde de komuta zincirini ele geçirmişlerdir. Suudi Arabistan üzerine altı ay önce hazırlanan ve Gates tarafından reddedilen bir Beyaz Kitapta İran, Devrim Muhafızları’nı Irak’ta devlet içinde devlet kurmak için kullanmakla suçlanıyor. Bu esnada Gates başka türlü düşünüyor.

Gates, Rice ve Halilzad, bir yandan İran’ı korurken Türkiye’ye de savaş ilan etmiş bulunuyorlar. Son üç haftada üçü de, Irak Kürtlerinin bölgesinden, alenen Kürtlerin yeni mega-devletlerini tanımlamak için kullandıkları “Kürdistan” adıyla söz etti. ( Mega devlet miş tanımıyom lan ben bu yazarı kasıtlı mı kullanıyor diyor insan, Petrolle Mega devlet olunmaz , Devlet kurmak ve yönetmek ayrı bir karakterdir. Türk Geçmişini iyi öğrensinler devletler nasıl kurulur nasıl yok edilir öğrenirler de anlarlar belki ) Üçü de Türkiye’yi, Irak’taki üslerinden topraklarına sürekli saldırılar düzenleyen PKK’yı yok etmek için Kürt bölgesine girmemesi için uyardı.

Türkiye kendini savunmak zorundadır ( Bu makale ne diyor Tam anlaşılmıyor , ama Türklerin kendini savunması kerküke girme yüzeysel bakışıyla olmaz . Amerika PKK yı destekliyor da eksik ve yanıltıcı. Amerika- Yahudiler – PKK nın kendisi daha aydınlatıcı bir cümle. Türkiye kendini savunacaksa öncelikle yahudiler ve Amerikaya karşı aynı silahla ve aynı en az aynı derinlikte bu piç kurularına karşılık verebilmelidir. Sonra gerekenler elbet sıraya gelir ). İki ay önce Türkiye’nin Irak’ta Kerkük’ü (Iraklı Kürtler burayı, İran’la birlikte Irak’ı bölmenin bir girizgahı olarak ilhak etmek istiyorlar) almalarını tavsiye etmiştim. (Bkz: Turkish Weekly, “Turkey Must Strike İmmediately in Kirkuk/ Türkiye Bir An Önce Kerkük’e Girmelidir”)

Türkiye Irak’ta ABD güçlerinin ana çıkış güzergahını kontrol eden Basra Limanı’nı da almalıdır. Şu anda Basra, İran yanlısı milis gruplarının elindedir. Basra’yı kontrol eden, Irak’ın petrol sanayisini de, İran Körfezine çıkışını da kontrol eder.

Daha da önemlisi şu ki Basra’yı kontrol eden Bağdat’a da hakimdir. Gates ve Edelman, Basra’nın İranlıların eline geçmesini yeğler. İranlılar, yerel İngiliz komutanların BBC’den aktarılan ifadelerine göre Basra’da İngiliz askerlerini taciz ederek ve onlara saldırarak Basra’yı almanın yollarını zorlamaktadır. Geçen hafta da İranlılar İngiliz güçlerini bölgeyi terk etmeye zorlamak için şu on beş İngiliz askerini rehin aldı. Gates ve Edelman, Kürtleri ve İranlıları, Irak’ı mini devletlere bölmekten vazgeçirecek bir hamlede bulunmayacaktır. Çoğu Sünni Iraklı direnişçi bunu biliyor ve bu yüzden Irak’ı yıkacak olan Kürtlerle İranlılara boyun eğmektense savaşa devam etmeyi yeğliyor. ABD, Sünni direnişçileri dizginlemek istiyorsa Türk güçlerinin Suriye ve kısmen de İranlıların desteğiyle Kerkük ve Basra’ya girmelerine yeşil ışık yakmalıdır. İşte bu olduğu gün İran kesin yenilgi alacak ve Ahmedinejad da yeni bir iş aramaya koyulacaktır.

Scott Sullivan
(The Conservative Voice – 30 Mart 2007)
Dünya Gündemi

Bir haber ortalığı karıştırdı: “İsrail Türkiye üzerinden İran’a saldıracak.” İlk bakışta heyecan uyandıran bu iddia ne kadar gerçekçi? iyibilgi gündemdeki tartışmaları Prof. Dr. Hasan Köni ile masaya yatırdı. Köni’nin, özellikle Amerika ile ilgili tespitleri tartışma yaratacak. iyibilgi özel

Prof. Dr. Hasan Köni:

  • İran’ı vuracaklar
  • Türkiye üzerinden değil, Ürdün-Irak üzerinden vurur.
  • İran’ı vurursa artık İsrail’in Ortadoğu’da önüne geleni dövdüğü Amerika’nın da bunu desteklediği korkunç bir durum ortaya çıkar.
  • Amerika Ortadoğu’da, hemen Türkiye’nin altında bir şeyler yapıyor İsrail’le. Doğru ancak ondan sonra 635 milyon dolara F-16’ları yeniletiyor Türkiye. Amerika’ya yeniletiyor ve 12 milyar dolara da F–35 alıyor.
  • (Emre Taner’in açıklaması ile ilgili) Bilgi istihbarat önemli değil ki önemli olan yapabilmek. Türkiye’nin eli kolu bağlı. Bilgi gelsin, ancak yapamadıktan sonra ne olacak?
  • Türkiye, İran’a yapılacak bir saldırıya katılmaz. Türkiye’nin şikâyeti İran’dan değil ki, Amerika…

Haber ilk geldiğinde bir hayli dikkat çekiciydi. Sebebi İsrail’in İran’a saldırmaya hazırlandığını ileri sürmesinden değil, Türkiye’nin de bu saldırının bir parçası haline getirilmek istendiğini belirtmesindendi. The Sunday Times, İsrail’in İran’a saldırmayı kafasına koyduğunu, İran’a gidecek uçakların Türkiye üzerinden geçeceğini belirtti. Ve Türkiye’de bir tartışmadır, aldı başını gitti.

Fakat kimse şunu sormadı: Haritayı önünüze aldığınızda bu iddia ne kadar gerçekçi? Bu kısmı Hasan Köni ile birlikte tartışacağız ancak öncelikle şu saptamayı yapmak gerekiyor: İsrail, özellikle BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a karşı çıkarılan yaptırım kararından sonra İran’a saldırmanın yollarını aramaya başladı. Üstelik bu The Sunday Times’ın ortaya koyduğu bir iddia değil. Bundan tam dört gün önce Jerusalem Post gazetesinde yazılan bir makale aslında İsrail’in ne yapmak istediğini açıkça ortaya koyuyor. “Karar anı” başlıklı makaleye göre, İsrail artık saldırıp saldırmama konusunda bir karara varma sürecinde. Makalenin yazarı Yaakov Katz, İsrail istihbarat birimlerinin bütün enerjisini İran üzerine harcadığını ve Olmert ile sık sık bir araya geldiklerini belirtiyor. Katz, “Olmert karar vermeye yakın” iddiasını ortaya atıyor. Üstelik İsrail bunu tek başına yapma kararlılığında. Katz’ın konuştuğu istihbarat görevlileri “ne pahasına olursa olsun” diyor.

Kısaca söyleme gerekirse, dünya Irak’ı bir süre unutacak ve İsrail-İran gerilimine odaklanacak. iyibilgi, birçok kişinin pek çok şey söyleyeceği önümüzdeki günlerde, kimi noktaların netleşmesi için konunun uzmanına ulaştı. Şimdi arkanıza yaslanın ve Prof. Dr. Hasan Köni ile yaptığımız röportajı okuyun:

“Türkiye yaygarası boşuna!”

The Sunday Times gazetesinin haberine göre İsrail İran’ı vuracak. Daha da önemlisi Türkiye, İsrail’in kullanmak istediği, İran’a giden üç yoldan birisi. İsrail’in İran’a karşı bir operasyon hazırlığında olduğu aslında sürpriz değil. En azından Jerusalem Post gazetesinde yazılan önemli bir makaleye göre öyle. Sizce İsrail bunu göze alabilir mi? Bu birincisi. İki, İsrail’in Türkiye’yi güzergah olarak kullanma fikri ne kadar gerçekçi. Haritaya bakıldığında körfezden saldırması daha mantıklı değil mi?

İkinci sorunuzla başlayalım… Haritaya baktığınızda İsrail Ürdün Irak üzerinden -Amerika da orda- gidip vurur.

Yaygara boşuna mı?

Her gazetenin yazdığına inanamayın. Gazetenin kim olduğu, ne olduğu belli.

Peki, niyetleri var mı?

Niyetleri var tabi. Ancak vurulacak yerler aşağıda. Türkiye üzerinden uzatmaz yolu.

Zaten Körfez kıyısında özellikle o büyük tesisler

Bu kadar yol uzatacak, Türkiye’yi riske sokacak, Türkiye karar verecek. Bir sürü problem. Ürdün zaten Amerika’nın köpeği. Herif gitti Holywood’da film çevirdi. Türkiye’yi ne yapsınlar. Gider Ürdün üzerinden vururlar.

“İran’ı vuracaklar”

Ancak İran’ı vurma amaçları var diyorsunuz.

E tabi, bütün yazılanlara, İsrail’in tink-tanklarına bakın vuracaklarını söylüyorlar. İran’ın 15 yıl sonra nükleer silah üreteceğini düşünüp ona göre tedbir almak istiyorlar. Ama Lübnan’dan sonra İran’ı vurursa artık İsrail’in Ortadoğu’da önüne geleni dövdüğü Amerika’nın da bunu desteklediği korkunç bir durum ortaya çıkar.

Ben de tam bunu soracaktım. Hizbullah tehdidi hala varlığını sürdürürken İsrail’in bu işe kalkışması mantıklı mı?

Değil ancak psikolojik savaş denen bir şey var biliyorsun.

Irak’ı bölüyorlar

Şu konuya da bakalım. Irak ile ilgili tartışmalara… Saddam’ın asılmasından sonra, özellikle asılma şekli ve Şiilerin katkısı düşünüldüğünde, analistler “Amerika artık Irak’ta federasyon kurmaya karar verdi” yorumları yapıyor. Amerika’nın kafasında baştan beri böyle bir şey mi vardı, yoksa savaş koşulları Amerika’yı bu noktaya mı getirdi?

Gelinen nokta bu…

Yani Amerika bölmek için girmedi?

Amerika ilk girdiğinde şuna inanıyordu: Irak’a girecek, işgal edecek, istediği yapıyı oturtacak ve çıkacaktı. Ancak yapamadı ve şimdi federasyona gidiyor.

Bu kararı alırken Türkiye’ye danıştı mı? Yoksa Türkiye’ye rağmen yapılan bir şey mi bu?

En doğrusunu son cümlen ile söyledin. Türkiye danışılacak bir ülke mi? Sayın Başbakan rahatsızlığını iletiyor. Diyor ki “Glock marka silahlar geliyor.” MİT başkanı diyor ki “önceden tedbir almalıyız, ülkeler bölünüyor.” Söyledikleri çok doğru. Amerika Ortadoğu’da, hemen Türkiye’nin altında bir şeyler yapıyor İsrail’le. Doğru ancak ondan sonra 635 milyon dolara F-16’ları yeniletiyor Türkiye. Amerika’ya yeniletiyor ve 12 milyar dolara da F–35 alıyor. Yani bu kadar bağlı bir ülkeye Amerika neden sorsun ne yapacağını. Nezaketen belki bir iki görüşme yapılmıştır.

Tam da bu noktada şunu sormak istiyorum. Türkiye’nin askeri anlamda eli kolu bağlı olabilir. MİT müsteşarı Emre Taner’in açıklaması askeri olarak eli kolu bağlı olan Türkiye’nin istihbarat savaşına girdiğinin bir göstergesi olabilir mi?

Bilgi gelir ancak yapacak gücümüz yok. Gidip bir şeyi yapalım. Ama para yok. Enflasyon patlar tepe taklak gidersin. Bilgi istihbarat önemli değil ki önemli olan yapabilmek. Türkiye’nin eli kolu bağlı. Bilgi gelsin, ancak yapamadıktan sonra ne olacak?

“Türkiye İran ile çatışmaya karışmaz”

Amerika’nın, İran’ın Şii hilaline karşı Sünni blok oluşturma çabasında olduğu ve Türkiye’yi bu kamplaşmada başat konumda görmek istediği söyleniyor. Türkiye bu rolü üstlenirse İran ile karşı karşıya gelir mi?

Türkiye bu işe girmez. Türkiye’nin şikâyeti İran’dan değil ki. 1639’dan beri savaşmamış İran’la. Şikâyeti Kürt sorunu, şimdi bir de Ermeni tasarısı geliyor. Türkiye’nin şikayeti Amerika’dan. Terörizmi çıkartan Amerika’nın kendisi. NATO’dan çıkmak istiyoruz, çıkamıyoruz. NATO’nun savaştığı terör Türkiye’nin terörü değil ki. Fazladan da PKK’yı destekleyen Amerika. Hangi terörle savaşacağız?

Son günlerde Amerika’dan “Feminist Kuran meali yazıldı, İslamsız Kuran meali yayınlandı” gibi haberleri yoğun olarak almaya başladık. Son gelen haber ise istihbarat servislerinin harıl harıl “Kuran tefsiri” yazmakta olduğu. Peki bu haberler ne anlama geliyor?

Bir süredir Amerika başta olmak üzere Batı’dan yeni Kuran meal ve tefsirlerin yazıldığı haberleri geliyor. Bu tefsirler ve mealler oldukça tepki çekecek tarzda kaleme alınıyor. Kimi tefsirlerde Feminist ideolojiyi desteklemek adına Kuran olduğundan farklı aksettiriliyor. İran asıllı ABD’li yazar Lale Bahtiyar’in mealinde, ‘İslam’, ‘din’, ‘ Müslüman’ kelimeleri geçmiyor.

20 ülkenin istihbaratı toplandı

Dünya Bülteni’nin ortaya çıkardığı diğer bir gelişme ise 20 ülkenin istihbarat biriminin ABD’nin florida eyaletinde 4-7 Mart tarihleri arasında düzenledikleri ‘Seküler İslam Zirvesi’nde modern bir tefsir yazmak için bir araya geldiği… Amerika’da düzenlenen toplantıya 20 ülkenin istihbarat uzmanları iştirak etti. Zirve, ABD’nin Florida eyaletinin St. Petersburg kentinde 4–7 Mart tarihleri arasında gerçekleşti. Toplantı iki bölüm halinde düzenlendi: Biri 4–5 Mart tarihleri arasında entelektüeller arasında yapılan bir toplandı idi. Diğeri ise yine aynı yerde 5–7 Mart tarihleri arasında 20 ülkenin istihbaratı arasında yapılan toplantıydı. Her iki toplantı da “Secular Islam Summit / Seküler İslam Zirvesi” adı altında gerçekleşti. Araştırma merkezleri, araştırmacılar ve uzmanlar bu toplantıya çalışmaları ve araştırmaları ile büyük destek vermek için canhıraş uğraştılar.

Neyi hedefiyorlar?

Peki Kuran üzerinde yapılan bu tahrif çalışmaları neyi hedefliyor? İyibilgi’ye konuşan gazeteci yazar Turan Kışlakçı şunları söylüyor: “Bu plan içinde bir plan aslında. Önce İslamiyet’i radikal bir terör ideolojisi olarak sunan Amerika ve yandaşları, şimdi de kendilerince bu terörü önlemek için Kuran’ı değiştirmeye kalkıyor. Hedefleri İslam dünyası içinde yeni bir kültürel savaş başlatmak.

BOP’un kutsal kitabı

Daha önce yaptıkları işgaller, piyasaya sürdükleri yarısı ayetlerden yarısı kendi propagandalarından müteşekkil “Gerçek Furkan” uydurmacası hiç bir şekilde İslam dünyasınca benimsenmedi. Yeni bir taktikle Büyük Ortadoğu Projesi’ne kutsal kitap hazırlıyorlar. Ilımlı İslam’ın ılımlı Kuran’ı olsun istiyorlar. Bazı yayınevleri ve gazeteler -ki bunların başında ‘El Hayat’ gazetesi geliyor- bu propaganda için kullanılıyor. Tabi paravan din adamları da var bu projenin içinde. “

Bu din adamlarının kimler olduğu konusunda iyibilgi’ye bilgi veren Kışlakçı şunları beyan ediyor: “İslam dünyasından bu çalışmalara destek veren isimler Batı tarafından özellikle seçilmiş gibi görünüyor. Çünkü bu isimler İsrail’in Filistin’e işgaline sessiz kalan, destek olan ve kendi kültürleri ile savaş içine girmiş kişiler.” Peki, Kuran gerçekten tahrif edilebilir mi? Kur’an’da Allah’ın Kur’an’ı koruma altına aldığı ve kıyamete kadar koruyacağı yazılı. Şu ana kadar Kur’an üzerinde gerçekleştirilen tüm değiştirme çalışmaları başarısız oldu.

İşte paravan din adamları

İstihbarat ekiplerinin Kuran toplantılarına katılan isimler ise Ayaan Hirsi Ali, Magdi Allam, Mithal Al-Alusi, Shaker Al-Nabulsi, Nonie Darwish, Afshin Ellian, Tawfik Hamid, Shahriar Kabir, Hasan Mahmud, Wafa Sultan, Amir Taheri, Ibn Warraq, Manda Zand Ervin, Banafsheh Zand-Bonazzi. Zirveye iştirak eden kişilerin ülkeleri ise şunlar: Mısır, Suudi Arabistan, İran, Irak, Ürdün, Pakistan, Bangladeş.

Kaynak : www.iyibilgi.com

Not : Konusunda uzman kişilerin farklı bakış açıları ile kur’anı yorumlayabileceğini ve farklı kazanımlar olacağına inanıyorum. Ama dış mihrakların maksatlı ve islama saldırı amaçlı yapılan yanlışlar tabii ki farklı değerlendirilmelidir. Aptal amerikalılar ve Aptal ingiliz emperyalizmi !

Güney Amerika’da, dördüncü binyılın sonlarına doğru bir uygarlıkta daha güçlü bir gelişimin gerçekleştiğine dair kanıtlar vardır. Bizim takvimimizle M.Ö. 12 Ağustos 3114’de Maya takvimi ortaya çıkmıştır. Mayalar, bizim bugün kullandığımız Gregorian takviminden daha doğru olan bir tarihlendirme sistemini bulmuş sıradışı insanlardır.

Dünya, güneş etrafındaki dönüşünü tam sayıda günde tamamlamaz. Çoğu okul öğrencisinin bildiği gibi yılda 365 gün vardır. Ama tam olarak değil. Doğrusunu söylemek gerekirse, her dört yılda bir, bir gün eklememizi gerektirecek şekilde tam olarak 365.25 gündür. Bu, onaltıncı yüzyılın sonlarına kadar batı Avrupa’da kullanılan orijinal Julian takviminin temelidir. Ancak yeterince doğru değildir.

Aslında bir yıl 365.25 günden onbir dakika ve birkaç saniye daha kısadır. Bu yüzden de zaman içinde takvimle mevsimler arasında bir ayırım ortaya çıkmaktadır. 1582 yılında takvimi aydönümüyle aynı konuma getirmek için Papa 13. Gregory, fazladan on günü bulunan bir takvim bastırdı. Julian takvimini yeniden düzenleyerek bir yüzyıl kapayan ve 400’e bölünemeyen yıllar sıradan yıllar olacak ve artık yıllar sayılmayacaktı. Bu Gregorian sistemine göre 1600 ve 2000 (400’e bölünebilen) yıllar artık yıllarken, 1700, 1800 ve 1900 böyle değildir. Bugün bu sistemi kullanmaktayız.

Maya sistemi karmaşıktır. Tzolkin denen 260 günlük bir temele dayanır ve belirsiz bir 365 gündür. Takvimlerini aydönümüne uydurmak için kullandıkları yöntemi anlatmak için yeterince yerimiz yok. Diğer kültürlerde olduğu gibi sistemleri güneşin hareketini temel almaktadır ama Venüs gezegeninin dairesel devrini kullanarak hesaplamalar yapmaktadırlar. Örneğin bir Baktun, 144,000 gündür. Onüç Baktun, tam bir çağ dönümüdür. Şu an içinde bulunduğumuz Baktım, 22 Aralık 2012’de tamamlanacak. 5000 yıllık bir süreçte, Maya takvimi Gregorian takviminden daha doğrudur.

M.S. 100 yıllarına kadar Maya bilinen bir uygarlık olmamasına karşın, takvimlerini M.Ö. 3114’de başlatmışlardır. Mayalar, M.S. 600 ile 800 yılları arasında Altın Çağ’larını yaşamış, sonra da şehirlerini bırakarak ortaya çıktıkları gibi gizemli bir şekilde kaybolmuşlardır. Tıpkı Mısırlılar gibi Mayalar da piramitler, dev heykeller inşa etmiş ve tam bir yazı sistemi geliştirmişlerdir.

Ne var ki, Maya takviminin başlangıç tarihinin de bizimki gibi önemli bir olaya dayandığı bellidir. M.Ö. 12 Ağustos 3114’de Mayalar için bu kadar özel ne olmuştu ki?

Bunu asla kesin olarak bilemeyeceğiz. Aztekler’i ve diğer Kızılderililer’i Hıristiyanlık dinine çevirme hevesine kapılmış olan İspanyollar, bütün yazılı bilgileri yokettiler. Yucatân Piskoposu Diego de Landa, şöyle demektedir: “Bu karakterlerle yazılmış çok sayıda kitap bulduk ama batıl inanç ve yalanlardan başka bir şey içermedikleri için hepsini yaktık.”

Neyse ki anıtların üzerine büyük karakterlerle kazıdıkları bazı yazılar kaldı ve dilimize çevrildiğinde Maya takvimi, sayı sistemleri, mitleri ve tarihleri hakkında biraz bilgi edindik.

Mayalar, takvimleri icat etmeleriyle tanınmalarının yanında, eski bir Meso-Amerikan uygarlığı olan Olmekler’den yola çıktıklarına dair bazı kanıtlar vardır. Bu insanlar hakkında fazla bilgi yoktur ama uygarlıklarının başlangıç tarihinin M.Ö.1500 yılları olduğu sanılmaktadır; takvimin başladığı M.Ö. 3114’den hâlâ biraz yakında. İleride yapılacak başka arkeolojik araştırmalar yeni cevaplar bulabilir. Ancak Ölmekler hakkında asıl ilginç nokta, heykelleridir. Biri beyaz, diğeri siyahi olan iki ırka ayrılmaktadırlar. Bu durum, bu insanların kökeninin Amerikalı değil, Atlantik Okyanusu’nun diğer yanından gelen insanlar olduğunu göstermektedir.

Kolomb’dan önce Avrasya ve Amerika kültürleri arasında bir bağ olduğu fikri yeni değildir. Kıtalar arasındaki fikirler, dil ve mimari arasında benzerlikler vardır. Thor Heyerdahl’ın 1970’lerde yayınladığı Ra II’de anlattıklarına göre antik Mısırlılar sazdan yapılmış tekneleriyle Atlantik’i aşmışlardır. Bu teknelerin tarzı ve yapıları, Peru’daki Titicaca Gölü’nde bulunanlarla büyük bir benzerlik göstermektedir. Diğer bazıları ise ünlü gezgin ve denizcilerin Atlantik’i ilk aşan insanlar olduğu fikrinde ısrar etmektedirler.

2-4 Temmuz 1999 tarihleri arasında Denizli’de yapılan “Yedinci Türk Dünyası Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”na katılan Onayda Kızılderili kabilesi reisi ve Amerika Yerlileri Sosyal İşler Daire Başkanı M. Franklin Keel’in konuşması kurultaya katılan delegeler üzerinde derin tesirler bıraktı. Kızılderililer hakkında geniş bilgi veren Keel, Kızılderililerin (atalarının) Baykal Gölü ve Yenisey-Tuva bölgelerinden Amerika kıtasına, Alaska üzerinden göç ettiklerini ifade etti. Kızılderililer ile Türklerin DNA testlerinin aynı olduğunu ve ayrıca “Y” kromozomunun sadece yeryüzünde Türkler ile Kızılderililerde bulunduğunu söyledi. Kızılderililerin konuştukları dillerdeki kelime benzerlikleri gibi, halı, kilim ve el işlerindeki desenlerin aynı olduğunu, örf, âdet ve geleneklerde de çok büyük benzerlik olduğunu ifade etmiştir.
Kızılderililerin aslının nereden geldiğine dair 40 yıl araştırma yapan Ethel Steawert, belgelerle Kızılderililerin Türk soyundan geldiğini ispatlamıştır.

Avrupalılar Amerika kıtasına göç etmeden önce Kızılderililerin nüfusu, Avrupa kıtasının nüfusundan fazla idi.

En az 50 milyon Kızılderilinin soykırım neticesinde katledildiği kesindir. Bazı ABD’li tarihçilere göre ise, bu miktar 100 milyona yakındır.

Şu anda Kızılderililerin nüfusu 2.5 milyon olup, bu sayıyla bir nevi müzeliktirler ve soylarını koruma mücadelesi vermektedirler.

Kızılderililerin büyük bir çoğunluğu ise Uygur ve Nayman Türkleri ile diğer Türk kabileleridir.

M. Franklin Keel kurultayda yaptığı konuşmada:
“DNA testlerinde Kızılderililerin Türk asıllı olduklarının anlaşıldığını, ben Türk kurultayına katılarak ve Türkiye’de bulunmak suretiyle daha iyi hissettim. Biz Kızılderililer Türk olmaktan çok mutluyuz… Amerika’da bir çok bölgede yer isimleri Türkçe olduğuna dair bazı bilgiler vardır. Ama bu konu, derinlemesine araştırılmadı… Türk Dünyası kurultayına katılmaktan çok mutluyum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkler, bu kurultayda toplanmışlardır. Kurultayı çok güzel buldum. Burada çok değişik topluluklar temsil ediliyor. Kültür alışverişinde bulunuyorlar. Kültür çok önemli bir faktör. Türk insanında tespit ettiğim en büyük hazinenin, kalblerinin zenginliği olduğunu gördüm. Dostlukların samimiyeti ve derinliği, bu samimiyet ve derinlik biz Kızılderililerde de aynen böyledir. Yakut Türkleri ile tanışma fırsatım oldu. Çok nazik ve kibar insanlardı. Tıpkı benim kuzenlerim gibi gözüküyorlardı. Benzerlikler çok fazla… Bozkurt, biz Kızılderililerde de semboldür. Hatta Kızılderililerde Bozkurt isimli kabile vardır. Eğer buraya Amerika’daki Kızılderililerden daha çok getirmek kısmet olsaydı, onlar da sizinle görüşmekten çok çok mutlu olacaklardı, tıpkı benim gibi. Gidince Türk asıllı insanlarda gördüğüm, bizimle aynı olan özellikleri kabileme anlatacağım…”

Amerika’da diğer bir Türk nüfusu da Kamçatka Yarımadası’ndan Alaska’ya göçen Saka Türkleridir. M.Ö. 1500 yıllarında Göktürk alfabesi ile yazılmış Saka Beyinin hikâyesini anlatan taş, bunu ispat etmektedir. 7. Türk kurultayına katılan delegeler Türkiye, KKTC, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan devletleri ile özerk ve federe Türk cumhuriyetleri olan Altay, Başkırdistan, Cuvaşistan, Dağıstan, Gagauz, Hakas, Balkar, Kırım, Saka, Tataristan, Tuva, Nahçıvan, Doğu Türkistan, Karaçay’dır. Ayrıca kurultaya Kafkasya, Balkanlar, Avrupa, Amerika (Meluncan ve Kızılderili) İdil-Ural, Sibirya, Ortadoğu, Afganistan’da yaşayan Türk topluluklarından temsilciler katıldı.

Suriye’de 3 milyon, Irak’ta 3 milyon ve İran’da 20 milyon Türk vardır. Kurultaya Sibirya’nın Aktulga bölgesindeki Türklerin temsilcileri de geldi.

New York Times’ın (Bilim) ekinde Amerika’ya ilk ayak basanlar haritasında, ilk gelenlerin Türkler olduğu gösterilmektedir.

Fransız dil bilimcisi Dumesnil, Kızılderili dilinde 320 Türkçe kelime tespit etmiştir…