Archive for the ‘israil’ Category

Önceki hafta bir grup Türk meslektaşla Amerikan Yahudi Komitesi’nin (AJC) organizesiyle İsrail’i ziyaret ettik. Büyük misafirperverlik gördük, çok şey öğrendik ( Misafirperverlik gördük devamı güzel ve anlamlı çok şey öğrendik. Kısaca Biz ne yaraklıyız görün de korkun ona göre yazın , uyarın birbirinizi . Ulan Giden Hödükler. Uyarınızı düzgün yapın. Deyin Bu amcıklara bu amcıklar gibi cevap vermek gerek . – yalan , korkutma , baskı , tehdit , şantaj dahil – ). Dünya Yahudi ‘network’ünün en hayati ‘proje’si olan İsrail’i yerinde gözlemledik. ( Can Damarlarından da sikmek lazım bi ibneleri , varmı yürekli milliyetçi , var mı yürekli türk-islamcı , varmı yarrak ?)

Türkiye’ye ve Türklere gösterilen yakın alaka bizi hassaten mutlu etti. ( Hadi canım Sende , skerim onların göstereceği yakınlığı da , o yakınlıktan mutlu olanları da)Ancak özellikle Türkiye’yi takip eden İsrail elitindeki Türk sevgisinin daha çok ‘laikçi’lere endeksli olduğunu hissettim ( Biliyosunuz yahudiler domuz , bahsettiğin laikçiler de onların bir varyanti zaten ). Bizdeki bir kısım İslamofobik elitle güçlü bağları olduğu ve onlar gibi aşırı laikçi reflekslerle hareket ettikleri anlaşılıyordu. ( Biz de bizi tehdit eden her harekete karşı tedbirimiz var , isterseniz buna aşırı milliyetçi deyin , isterseniz aşırı zeki deyin , isterseniz anımızın amını görücez deyin; size kalmış )

İç işlerimizi iyi bilen İsrailli uzmanlarla da görüştük. Mesela bir emekli İsrailli büyükelçi ile akşam yemeğindeyken Abdullah Gül’e sıcak bakmadığını açıkça ifade edenler oldu. ( Biz de kendisine iyi bakmıyoruz o zaman ) Şaşırmadım; çünkü Amerikan Musevi cemaatinin bir ayağı İsrail’deki bazı etkili liderlerinin AK Parti yönetimini ‘özde laik’ görmediğini ve Filistin meselesine yaklaşımlarını beğenmediğini biliyordum (delirten var , Deliler de filistin yönetimine hiç iyi bakmıyorlardı). Başbakan Erdoğan’ın işi İsrail’e terörist demeye kadar götüren beyanlarından zaten yaka silkiyorlardı. ( Siktiğimin ibneleri) Gül’ü ise sinsi bir ‘İslamcı’ buluyor, cumhurbaşkanlığı makamında çok daha etkili bir dış siyaset aktörü haline gelmesinden çekiniyorlardı.( Sinsi diyen yılanlara bak, Kafanızı keseriz pis maymunlar )

Haddizatında Yahudi milliyetçiliğine dayalı Siyonizm ile aşırı Amerikan milliyetçiliğinin bileşkesinden oluşan neocon ideolojisi de aynı çizgide. Dindar Müslümanlara öteden beri potansiyel stratejik tehdit nazarıyla bakıyorlardı ( Onların bildiklerinden ve dile getirdiklerinden değilim öyleyse ben bu ibnelere dostmuyum. Yok öyle görüyorlarsa bilelim . Çok amerikalı da bize dostuz stratejik dostuz , dedi dedi gerekeni becerdiler. Ben de güzel amerikalı beceririm. Çok klasik ama tesbih gibi dizip dizip Clinton u da imame diye başlarına koymak lazım diye düşünüyorum, Chirac ibnesini de püskül etmeyi canı gönülden istiyorum ) . 11 Eylül saldırılarından sonra tehdit algılaması akutlaştı. Sözde laikliği koruma adı altında yapılan İslam karşıtı toplum ve siyaset mühendisliği projelerini destekliyorlar. ( Çok sıkıcı yazacak birşey bulamıyorum )

27 Nisan postmodern darbe süreci, aynen 28 Şubat süreci gibi, en büyük uluslararası dayanağını güçlü Siyonist-neocon ‘network’ünden (şebeke) alıyor. Her iki süreçteki resmi ve gayri resmi aktörlerinin temas trafiğine şöyle bir bakılması bu kanaate varmak için yeterli. Hele bir profesyonel darbe kotarıcısı var ki, sırf onun koordinatlarından bu ‘network’ün nasıl çalıştığı, hangi karanlıklar prenslerinin müdahil olduğu ayan beyan görülür. ( Ne güzel listeye yazın puştların isimlerini , tüm dünyayı kana bulayan bu ibnelerin yaptıkları yanına mı kalır . Amerikayı da karanlıklaştırıcaz tabi , Etme bulma dünyası :)) alırız ifadelerini de ölçeriz ciğerlerini de, Bırakmayız yanlarına ) Türkiye-İsrail-Amerika üçgeninde faaliyet gösteren bu bayan provokatör, 28 Şubat sürecinde oynadığı kilit rolün benzerini 27 Nisan sürecinde de oynuyor. Washington’da bazı düşünce kuruluşlarında ona yardım ve yataklık eden Türkiye uzmanları da, finansörleri de belli. Ama her seferinde Türkiye’yi onlarca yıl geriye götüren, ülkemizin âlî menfaatlerine büyük zarar veren anti-demokratik müdahalelere dış destek zeminini hazırlayan bu tipler, muayyen güç odaklarınca el üstünde tutuluyor. ( tutsunlar tutsunlar aman kendi ecelleriyle ölmesinler )

Bu işi nasıl mı kotarıyorlar? Çok basit. Washington’a gelip etkili kontakları aracılığıyla ulaştıklarına Türkiye’nin şeriat rejimine kaydığını anlatıyorlar. Bu martavallara inanmaya dünden razı birçok adam buluyorlar. Sonra Ankara’ya dönüp, Washington’da da aynı kaygıların paylaşıldığı, askerî müdahaleye yeşil ışık yakıldığı yolunda dezenformasyon yapıyorlar. Tabii Ankara, duymak istediğini dinleyen adam kaynıyor. ( Çok sıkıcı , Bu adamlar tam anlamıyla gerizekalı , zekalarını sikeyim hepsinin ayrı ayrı )

Peki bütün bu oyunlar oynanırken, Amerikan yönetimi uyuyor mu? Yönetimin bir kanadı zaten o kafada. Mesela Başkan Yardımcısı Richard Cheney’nin orkestra şefliğini yaptığı Siyonist-neocon çizginin Amerikan devletindeki ve entelijansiyasındaki uzantıları eminim ki 27 Nisan sürecinden çok mutlu. Çünkü onlar için Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde demokrasi öncelik taşımıyor. Hatta neo-faşist idare taktiklerine bakılırsa, Amerika’ya bile demokrasiyi lüks gördükleri söylenebilir. İslam dininin motivasyon kabiliyetini, neo-koloniyalist emellerinin önündeki en büyük engel görüyorlar. Dolayısıyla İslam ülkelerine reva gördükleri ideal rejim, totaliter laiklik. İran ve Suriye’yle savaşa ve yeni savunma ihalelerine imza atabilecek laikçi Müslüman diktatörler hoşlarına gider.

Amerikan devletinde başını Dışişleri bürokrasisi ve kısmen CIA’in çektiği makul kanat ise bu ‘network’ün oldukça organize çalışmaları karşısında aciz. 27 Nisan muhtırasına karşı Brüksel’in sağlam demokratik duruşuna rağmen Amerikalı yetkililerden gelen ürkek açıklamalar bu tablonun sonucu. Muhtıra gecesi Bush yönetiminin resmi görüşünü almaya çalışırken yaşadıklarım çok ilginçti. Aradığım Dışişleri basın sözcüsü, ilk olarak bana ‘Türkiye’de demokratik süreci destekliyoruz’ dedi. Daha sonra telefon ederek açıklamasını ‘laik demokrasiyi destekliyoruz’ diye değiştirdi. Bir süre sonra tekrar düzeltme yaparak açıklamayı şu hale getirdi: ‘ABD, Türkiye’deki laik demokrasinin anayasal süreçlerini tam olarak desteklemektedir.’

Belli ki farklı mercilerden gelen beslemelerle ABD’nin resmi görüşü muhtıracıları fazla rahatsız etmeyecek şekle tekamül ettirilmiş, Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk demokratik refleks bastırılmıştı. Ne de olsa Türkiye’den beklentilerinin büyük kısmı hâlâ askeri nitelik taşıdığından orduyu kızdırmaya gelmezdi. Belki iç işlerimizde taraf seçiyor görüntüsü vermemek de istemişlerdi. Ama böylesine kritik bir eşikte ABD’nin demokrasiye daha net taraf olması gerekirdi.

27 Nisan postmodern askerî müdahale süreci de benzerleri gibi tarihe tüm vatanperver güdülere rağmen neticede Türkiye’ye değil, bir kısım iç ve dış çıkar gruplarına yarayan bir eylem olarak geçecek. Çok yazık.

Kısaca Sinsi amerikanın Sinsi yılanları , Oyunlarınız devam edemiyecek fazla. Kına yakın.

Silahlı 100 bin peşmergenin Kerkük’e geldiği bildiriliyor. Irak Türkmenleri bir soykırım tehlikesiyle karşı karşıya. Kerkük Vakfı yöneticisi ve Türkmen aydını Prof. Dr. Suphi Saatçi, Kerkük’teki son durumu iyibilgi için yorumladı. iyibilgi özel

“Irak’ta 3 milyon Türkmen, Kerkük’e getirilen 100 bin silahlı peşmergenin tehdidi altında. Katliam korkusu ile yaşıyor.” Bu sözler Türkmeneli Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Aydın Beyatlı’ya ait. ABD siyasetinin en önemli isimlerinden, Bush’un muhalifleri Cumhuriyetçi senatör John McCain, Irak’ta işlevini yerine getiremeyen bir hükümetin bulunmaması durumunda Türkmenlerin büyük tehlikeye gireceğini vurguluyor.

Kerkük Türkmenleri can korkusuyla yaşıyor

Daha önce Kuzey Irak’ta IKDP lideri Mesut Barzani’nin, maaşa bağladığı kişilere kurdurduğu sözde ‘Türkmen partileri’ aracılığıyla, Türkiye ve Irak Türkmenlerinin arasına nifak sokmayı hedeflediğini ortaya çıkaran Türkmen aydını Suphi Saatçi Kerkük’teki atmosferi iyibilgi için yorumladı. Kerkük Vakfı yöneticisi olan Prof. Dr. Suphi Saatçi ” Kerkük Türkleri büyük bir baskı altında eziliyor. Kürt aileler birleştiriliyor. Bu ailelerin tümünün silahı var. Irak’ta silahı olan herkes kendini iktidar olarak görüyor şu anda. Türkmenler tedirginlik içinde, can korkusuyla hayatlarını sürdürmeye çalışıyor” dedi.

İsrail tüm Kuzey Irak’a nüfuz etmiş durumda

Türkmenlerin silahsız ve yalnız olduğunu ifade eden Prof. Saatçi, “Şiiler İran’dan, Kürtler ise Türkiye’ye düşman olan bütün ülkelerden destek alıyor. Türkiye Türkmenlere yardım etsin. Biz silah yardımı istemiyoruz. Demokrasinin var olması için Türkiye’den diplomatik ataklar yapmasından başka bir beklentimiz yok. İsrail’de Kuzey Irak’ta askeri birlikler bulundurmuyor ama, tüm Kuzey Irak’a nüfuz etmiş durumda. Biz Türkiye’yi Ortadoğu’nun en güçlü ülkesi olarak görüyoruz ve bizim güvenliğimizi sağlamasını istiyoruz” şeklinde konuşuyor.

“Kürtler mazlumken zalim oldular”

Irak’ta Kürtlerin merkezi bir otorite istemediğinin altını çizen Prof. Dr. Suphi Saatçi, “Kürtler merkezi bir otorite güçlenirse, planlarını gerçekleştirmekte güçlük çekecekler. ABD’nin de bu durum işine gelmiyor. Onların Saddam diktasında zulme uğradığını kabul ediyoruz Türkmenler olarak. Tabi ki Kürtlerin de haklarını arama özgürlükleri var. Ama onlar haklarını aramak yerine, mazlumken zalim oldular. Onlar böyle davranırsa hak yerini bulmaz. ” diyor.

Sadr, bize yardımcı olabilir

“Biz de Saddam’ın zulmüne uğradık. “Saddam Sünnileri korudu” demek çok saçma.” şeklinde konuşan Prof. Saatçi, “Irak’ta huzur ve barış için Kerkük Şiilerinin fanatik hareketleri bir an terk etmeleri gerekiyor” yorumunu yapıyor. Mukteda El- Sadr ile aralarında problem olmadığını vurgulayan, Türkmen aktivisti Saatçi, Sadr’ın yumuşak politikalarını takdir ettiklerini belirtiyor ve ekliyor: “Sadr bize yardım edebilir. Ama öncelikli yardımın Türkiye’den gelmesi gerekiyor. Eğer etmezse bu Türkiye’nin terör sorunun arttıracak bir gelişme olmasının yanında uluslararası imajını da yerle bir edebilir. Türkmenlerin elinin kolunun bağlı olduğunu bildiği halde Türkiye’nin müdahaleden kaçması halinde Türk halkı da hükümeti prostesto edecek ve ayağa kalkacaktır, kalkması gerekir. Türkiye’nin geri planda kalma tutumunun AB sürecinden ve 1 Mart Tezkeresi’nden kaynaklandığını düşünüyoruz.”


iyibilgi.com

Bazi devletlerin kirli çamasirlari vardir. Ortaya çikmasini istemedikleri, bilinmesinden rahatsizlik duyduklari ve bu nedenle resmi tarihlerinden çikardiklari tarihsel gerçeklerdir bunlar. Örnegin Vietnam Savasi sirasinda ABD birliklerinin o ülkedeki sivil halka karsi uyguladiklari iskence ve katliamlar—ki bunlarin sonucunda 1.5 milyon Vietnamli yasamini yitirmistir—Amerikalilar tarafindan mümkün oldugunca unutturulmak istenir. Bu gerçek savas sirasinda ört-bas edilmeye çalisilmistir, savas sonrasinda ise Vietnamla ilgili olarak çevrilen Hollywood filmleri ile ayni yol denenmistir. Bu “Rambo” filmlerinde hep Amerikan askerlerinin Vietnam’da yasadiklari zorluklar anlatilir, Amerikali birliklerinin diri diri yaktiklari köylüler degil.

Yine de Vietnam savasinin içyüzü pek çok insan tarafindan bilinmektedir. Çünkü savas dünyanin gözleri önünde yasanmis bir olaydir ve bu nedenle tam anlamiyla ört-bas edilmesi mümkün olmamistir.

Ancak baska bazi devletler, kirli çamasirlarini çok daha basarili bir biçimde gizleyebilmislerdir. Bu devletlerin belki de en basarilisi ise, Israil’dir. Siyonizm’in 1930’lu ve 40’li yillardaki tarihi sözkonusu kirli çamasirlarla dolu iken, Yahudi Devleti bu gerçekleri yalnizca gizlemekle kalmamis, dahasi kendi lehinde bir propaganda aracina dönüstürmüstür.
Öncelikle Israil’in nasil bir imaja sahip olduguna bakalim.

–Israil’in Iki Yüzü —

Israil, onyillardir tüm bir ulusu isgal altinda yasamaya zorlayan dünyadaki yegane devlettir. 1948’de Filistin topraklarinin önemli bir bölümünü isgal etmis ve Filistinlilerin bir kismini kendi yönetimi altinda yasamaya zorlamis, bir kismini sürmüs, hatta bir kismini da “imha” etmistir. 1967’de tüm Filistin topraklari Israil isgali altina girmistir. Ayrica Israil; Misir, Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarini isgal etmis, yillarca bu topraklardan çekilmemistir. Israil’in isgal ettigi bölgelerdeki halka karsi uyguladigi devlet terörü ise oldukça ünlüdür. Israil ayrica dünyanin baska bölgelerindeki acilarda da pay sahibidir: Dünyanin dördüncü büyük askeri gücüne sahip olan Yahudi Devleti, Üçüncü Dünya’daki baskici diktatörlere, fasist rejimlere destek olmus, onlara silah satmis, onlarin ordu ve gizli polislerini egitmistir. Pinochet, Idi Amin, Bokassa, Mobutu, Marcos, Noriega gibi eli kanli diktatörlerin tümü, Israil’in yakin birer müttefiki olmuslardir.

Kisacasi, Israil, oldukça “kirli” bir devlettir. Birlesmis Milletler’de aleyhine en çok karar çikartilan, ama bu kararlarin hemen hiç birini tanimayan Yahudi Devleti, dünyanin dört bir yanindaki pek çok insanin gözünde saldirgan, zorba ve küstah bir çete devletidir.

Ancak Israil’in bir baska yüzü daha vardir. Daha dogrusu Israil çogu zaman bir baska yüzle insanlarin karsisina çikar. Bu yüz, Israil’in bir “çete devleti” degil, aksine bir “mazlumlar ve magdurlar yuvasi” oldugu imajini verir. Bati’daki pek çok insan da Israil’i bu yüzüyle tanir. Bu görüse göre, Israil, dünyanin dört bir yaninda irkçilarin hedefi olan yahudilerin yegane siginagidir. Bu düsünce, temelde “yahudi soykirimi”na dayanir: Buna göre Israil, Naziler’in Yahudi irkina yönelik korkunç iskence ve katliamindan kurtulan yahudiler tarafindan kurulmus bir siginaktir. Naziler 6 milyon yahudiyi acimasizca öldürmüslerdir. Bu bir daha asla yasanmamalidir. “Bir daha asla” seklinde sloganlasan bu mantik, Israilliler tarafindan son derece ustalikla kullanilmakta ve üstte sözünü ettigimiz tüm “kirli” isler, bu yolla hasir alti edilmektedir.

Bu yolla Israil’in isgalleri ve devlet terörü mesrulastirilir: “Israil, güvenligini saglamak zorunda, yeni bir soykirim mi yasansin?” mantigi kullanilir. Israil Devleti sürekli olarak soykirim konusunu gündemde tutmakta ve bunu varliginin bir numarali mesruiyet kaynagi olarak göstermektedir. Israil’i ziyaret eden her yabanci devlet adami, ilk olarak mutlaka Yad Vashem adli “Soykirim Müzesi”ne götürülür.

–Tarihin Perde Arkasi —

Israil’in sözünü ettigimiz iki farkli imaji, takdir edilir ki, birbiriyle uyusmasi oldukça zor olan imajlardir. Bir yanda açikça saldirgan, irkçi, isgalci ve baskici bir devlet, öteki yanda “mazlumlarin siginagi” seklinde bir görüntü vardir.

Iste “Soykirim Yalani” adli kitabi ortaya çikaran arastirmayi yapmamiza neden olan sey de, bu iki zit görüntüdür. Bu iki zit görüntünün ardinda farkli bir gerçek olabilecegini düsündügümüz için bu kitaba konu olan tarihsel bilgileri arastirdik. Ve sonuçta ortaya pek az kimsenin farkinda oldugu bir gerçek çikti.

Bu gerçek, özetle sudur: Israil devleti, ikili bir karaktere sahip degildir. Yani bir yandan baskici ve saldirgan, bir yandan da “mazlumlarin siginagi” degildir. Aksine, baskici ve saldirgan karakter, Israil devletinin, bu devleti kuran ve yasatan siyasi kültürün yegane özelligidir. Israil’in “mazlumlarin siginagi” olarak bilinmesine neden olan sey de, aslinda bu siyasi kültürün kendi halkina reva gördügü bir takim zulümlerden ibarettir.

Bu genel yorumu yapmamiza neden olan somut gerçek ise, öncelikle Nazizim ve Siyonizm arasindaki bilinmeyen tarihsel iliskidir. Soykirim Yalani adli kitabimizda bu konuyu ayrintilariyla gözler önüne serdik. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmak için yeterli sayida Yahudiyi Avrupa’dan göç etmeye bir türlü ikna edemeyen Siyonistlerin, II. Dünya Savasi öncesi dönemde Naziler’i—ve diger pek çok fasist hareketi—destekleyerek zoraki bir göç sagladiklarini ortaya koyduk. Almanya’yi Yahudiler’den arindirarak etnik yönden “saf” hale getirmek isteyen Nazilerle, bu ülkedeki sözkonusu Yahudiler’i Filistin’e götürmek isteyen Siyonistlerin nasil dogal müttefik olduklarini inceledik. Naziler’in Alman Yahudilerine yaptiklari baski ve zulümlerin, Siyonist liderler tarafindan neden sevinçle karsilandigini ve iki tarafin ne gibi isbirlikleri gelistirdiklerini ortaya çikardik.

Bu tablo açikça göstermektedir ki, Israil, antisemitizm (Yahudi düsmanligi) tehlikesinden kaçan Yahudiler için bir siginak degildir, aksine bu Yahudileri tehdit eden antisemitik hareketler, Siyonizm tarafindan en basindan beri desteklenmistir.

Bu gerçegin bilinmesinde ise büyük yarar vardir, çünkü bu gerçek, Israil devletinin kendi mesruiyetinin dayanagi olarak gösterdigi en büyük gerekçeyi çürütmektedir. Nitekim bugün Israil’in politikalarina, hatta varligina karsi çikan “anti-Siyonist” Yahudiler de bu tarihsel gerçege isaret etmekte ve Siyonizm’in Yahudiler için bir kurtulus degil, aksine en büyük tehlike oldugunu savunmaktadirlar.

“Soykirim Yalani” kitabinin verdigi en önemli mesaj, bizce budur. Israil, hem isgal ettigi Arap topraklarinin gerçek sahiplerine, hem de bu topraklara zor yoluyla getirdigi Yahudiler’e baski ve zulüm uygulamis bir devlettir. Israil’in resmi ideolojisi olan Siyonizm, bu nedenle asla ve asla gerçek anlamda baris yanlisi olamaz. Baris ve huzura dayali bir siyasi kültür, her irkçi ve fasist hareket gibi Siyonizm’in de yok olmasina neden olacaktir çünkü.

Israil’in bir “baris ve demokrasi” ülkesi olarak tanitildigi Türkiye’de, bu gerçeklerin bilinmesi gerekmektedir. “Soykirim Yalani”, iste bu yönde atilmis önemli bir adimdir.

–Soykirim Efsanesi Nasil Dogdu?–

Nazi Almanyasi’ndaki Yahudilerin baski ve iskence politikasina maruz kaldiklari konusu, Nazilerin iktidara geldikleri 1933 yilindan itibaren Bati’daki yayin organlarinda islenmeye baslamisti. Medyayi bu konuda besleyen en önemli kaynak ise birer sivil toplum örgütü niteligindeki Yahudi kuruluslariydi. Nazilerin Yahudilere karsi toplama kamplarinda sistemli bir “soykirim” yürüttügü yönündeki iddialar ise, 1942 yilinda yogunluk kazandi. Bu iddialari dile getirenler Dünya Siyonist Örgütü ve onun Batili ülkelerin hemen hepsinde kurulmus olan kollariydi. Örnegin Yahudilerin Nazi toplama kamplarinda “sabun” haline getirildiklerine dair saiyalar, ilk kez Amerika’daki Siyonist hareketin lideri ve Amerikan Yahudi Kongresi’nin (AJC) baskani olan Stephen Wise tarafindan duyuruldu. Wise, 1942 yilinda resmi bir açiklama yaparak, “yahudi cesetlerinin Almanlar tarafindan sabun, yag ve gübreye dönüstürüldügünü” iddia etti. Gaz odalari iddialari da yine ayni dönemde resmi siyonist kuruluslarin temsilcileri tarafindan duyuruldu.

Bu iddialarin genel medya tarafindan desteklenmesinin ise iki nedeni vardi: Birinci neden, Yahudi sermayeli yayin organlarinin bu konuya gösterdikleri özel ilgiydi. Ikinci ve daha önemli olan neden ise, bu haberlerin Batili ülkelerin savas halinde olduklari Nazi Almanyasi’na karsi kullanabilecek iyi bir karsi-propaganda malzemesi olusuydu. ABD yönetimi bu propagandayi çok gerekli buluyordu; çünkü “kendi çocuklarimizi neden Avrupa’da savasmaya gönderdik” diye düsünen genis halk kitlelerini savasin gerekliligine ikna etmek için, “gaz odalarinda öldürülüp sabun yapilan” masum insanlari kurtarmak kadar iyi bir gerekçe bulunamazdi. Nitekim Almanlar hakkinda buna benzer gerçek disi bazi vahset hikayeleri, I. Dünya Savasi sirasinda da Amerikan kamuoyunu ülkelerinin savasa girmesine ikna etmek için üretilmisti.

Savas yillarinda bu sekilde üretilen Soykirim söylentileri, Nazi toplama kamplarinin Amerikan, Ingiliz ya da Sovyet birlikleri tarafindan 1945 yili içinde ele geçirilmesiyle birlikte iyice güçlendi. Çünkü müttefik ordulari bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya’daki Belsen’de binlerce yahudi tutuklunun korkunç durumdaki cesetleriyle karsilasmislardi. Bunlarin fotograf ve filmleri dünya medyasinda yayinlandi. Bu cesetler soykirimin açik birer delili sayildilar. Oysa sözkonusu cesetlerin ölüm nedeni Nazilerin her türlü önleme ragmen bir türlü basa çikamadiklari tifüs salgini ve savasin son aylarinda Alman tasima sisteminin çökmesi nedeniyle bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya’daki büyük kamplarda basgösteren açlikti. Buna karsilik, daha Bati’da yer alan kamplardaki Yahudi tutuklularin gayet sihhatli ve psikolojik yönden de rahat bir durumda oldugu gözlenebiliyordu.

—Nürnberg Mahkemesi —-

Soykirim efsanesini “adli” bir anlamda tarihsel literatüre geçiren en önemli gelisme ise, 1946 yilinda Nazi savas suçlularini yargilamak için düzenlenen Nuremberg Mahkemesi oldu. Bu mahkemede bazi “tanik”lar kürsüye çikarildilar ve toplama kamplarindaki yahudi tutuklularin gaz odalarinda sistemli bir biçimde ihma edildigini anlattilar. Bu verileri degerlendiren mahkeme, “6 milyon Yahudinin Nazi toplama kamplarinda imha edildigini, bunlarin dört milyonunun özel üretilmis imha araçlariyla katledildigini” kabul etti. Bu mahkemede delil olarak sunulan malzeme ve ifadeler, Soykirim literatürünün hala en büyük dayanagidir.

Ancak mahkeme gerçekte pek dürüst ve tarafsiz bir ortamda yapilmamisti. Nazi Almanyasi’ni yenilgiye ugratmis olan müttefikler-ABD, SSCB, Ingiltere ve Fransa-Nazi rejimini ne kadar korkunç ve acimasiz gösterebilirlerse, kendi argümanlarini o kadar iyi savunacaklarini düsünüyorlardi. Bu nedenle Siyonistlerin savas sirasinda ürettikleri tüm Soykirim hikayeleri mahkeme tarafindan ciddiye alindi ve hepsi kabul edildi.

Yahudi kuruluslari tarafindan mahkemeye getirilen “görgü taniklari”, toplama kamplarinda sahit olduklari gaz odasi manzaralarini anlattilar. Bu sahitlerin verdikleri ifadelerin çok büyük bölümünün gerçeklerle uyusmadigi bugün biliniyor. Örnegin mahkemeye çikarilan ve Dachau toplama kampindan kurtulduklari söylenen pek çok tutuklu bu kamptaki gaz odalari hakkinda detayli ifadeler vermislerdi. Oysa Dachau’da “gaz odasi” olarak gösterilebilecek tek bir bina dahi olmadigi için, Soykirim literatürünün savunuculari ilerleyen yillarda bu iddiayi geri almak zorunda kaldilar. Bugün Dachau’da gaz odasi oldugunu savunan hiç kimse yoktur.

Diger toplama kamplarindaki sözde gaz odalari ile ilgili ifadelerin çogu da çeliskiliydi. Bazilari gerçeklesmeleri bilimsel yönden imkansiz hikayelerdi.

Nuremberg Mahkemesi’ne sahit olarak çikarilan en önemli kisi ise Auschwitz toplama kampinin kumandani Rudolf Höss”tü. Höss, çok önemliydi, çünkü mahkemeye çikarilan sahitlerin ezici çogunlugunun aksine bir Yahudi degil, bir Nazi subayiydi. Hem de Auschwitz’de iki yildan uzun bir süre en üst düzey yetkili olmustu. Höss “itiraflarinda”, Auschwitz’in içinde “Wolzek” adi verilen özel bir imha kampi oldugunu, kendi komutasi altinda burada 2.5 milyon yahudinin öldürüldügünü söyledi. Ama “Wolzek” diye bir yer hiç bir zaman bulunamadi, dahasi Auschwitz’de 2.5 milyon Yahudinin öldügü iddiasi da bir süre sonra Yahudi tarihçileri tarafindan geri alindi. Rakam önce 1.25 milyona, en son olarak da Yahudi tarihçi Jean Claude Pressac tarafindan 775 bine düsürüldü.

Peki Höss neden yalan ifade vermisti? Basit; Höss’ü sorgulayan Ingiliz gizli servisi, ona agir bir iskence yapmis, dahasi ailesini ve çocuklarini öldürmekle tehdit etmislerdi!… Bu, bugün ispatlanmis tarihsel bir gerçektir. Höss bu durumda kendisini ve ailesini kurtarmak için her seyi imzalayabilirdi, nitekim öyle yapti.

Soykirim hikayesi Nuremberg mahkemesine dayanarak hizla büyüdü. Yahudi tarihçiler mahkeme tutanaklarindan alintilar yaparak kitaplar yazdilar. Baska tarihçiler bu kitaplardan alintilar yaparak yeni kitaplar yazdilar. Ilerleyen yillarda yeni bazi “soykirim sahitleri” çikti ve bunlar yazdiklari kitaplarla Nuremberg’teki verilmis olan ancak sonradan “siritan” bazi ifadelerin yerlerine yenilerini koymaya çalistilar. Israil’de özel bir Soykirim Arastirmalari Merkezi kuruldu. Dünya kamuoyunun soykirimi kesin bir tarihsel gerçek sanmasinin en önemli nedeni ise, Hollywood’un Yahudi sermayeli film sirketleri ve Yahudi yönetmenleri tarafindan çevrilen 100’e yakin Soykrim filmi oldu.

Soykirimin sorgulanmasi ise 60’li yillarda basladi. ABD’deki Northwestern University’den Dr. Arthur Butz, Fransa’daki Lyon Üniversitesi’nden Robert Faurisson ve pek çok “best-seller” kitabin yazari Ingiliz tarihçi David Irving sözkonusu revizyonist akima öncülük ettiler. Revizyonist akimin bugün en önemli entellektüel merkezi, California’daki Institute for Historical Review adli kurumdur.

—Israil’in Terör Gelenegi—

Bir süredir “baris” rüzgarlarinin estigi Ortadogu, son bir hafta içinde Israil’in Lübnan’da gerçeklestirdigi bombalamalarla yeniden isindi. Bu durum, bazilari için sasirticiydi. Bir “baris ve demokrasi sembolü” olarak gördükleri Israil’in, içi küçük çocuklarla dolu bir ambulansi nasil olup da havaya uçurdugunu, ya da sivil yerlesim bölgelerini nasil olup da fütursuzca bombaladigini anlamakta güçlük çektiler.

Oysa, Bati medyasinin propaganda ilüzyonundan kurtularak ve Israil’in gerçek kimligini göz önünde bulundurarak vaziyete bakildiginda, Israil’in sözkonusu “gazap üzümleri” operasyonunun hiç bir sasirtici yönü olmadigini görebiliriz. Çünkü Israil, bir terör devletidir; terör, Yahudi Devleti için olagan bir dis politika aracidir.

Israil’in geçmisine bir göz attigimizda ise, bu tanimi kesinlestiren yüzlerce örnek bulmak mümkündür.

—Terörizmden Basbakanliga —

Israil’in kuruldugu yillar, ayni zamanda Ortadogu’nun da terörle tanistigi yillar olmustu. Yüzyilin basindan beri sistemli bir “devlet kurma” programi izleyen Siyonist hareket, 1940’li yillarda Filistin’de olusturdugu terör örgütleri ile bölgeyi kan gölüne çevirdi.

Sag kanat Siyonistler, Filistin’deki Araplara ve ilerleyen yillarda da Ingilizlere karsi savasacak olan Irgun Zvei Leumi (Ulusal Askeri Örgüt) ya da kisaca Irgun adli silahli yeralti örgütünü kurdular. Irgun ve 1940 yilinda ondan ayrilan Avraham Stern’in kurdugu LEHI (Lomamei Herut Yisrael-Israil’in Özgürlügü Savasçilari), Araplar’a ve Ingilizlere karsi kanli terör eylemleri gerçeklestirdiler (LEHI, kurucusunun adindan dolayi Stern Çetesi olarak da anilir). Irgun ve Lehi’nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm dünyanin taniyacagi isimler haline geleceklerdi: Menahem Begin ve Yitzhak Samir! Ikisi de, sirasiyla, Basbakan oldular.

Bu sag kanat teröristler ile sol kanat Siyonistler arasinda da gizli bir ittifak vardi. 16 Eylül 1948 günü Stern örgütünün teröristleri, Birlesmis Milletler’in Filistin arabulucusu olan ve Siyonistlerin isgal politikalarini elestirmesiyle taninan Kont Folke Bernadotte’u Kudüs’te öldürdüler. Yeni kurulmus olan Israil Devleti’nin Basbakani Ben Gurion, Stern militanlarinca gerçeklestirilen suikasti lanetledi ve Bernadotte’un BM karargahindaki cenazesine de katilarak taziyelerini sundu. Suikastin sorumlusu olan Stern üyeleri ise kayiplara karistilar. Ancak bir süre sonra bu militanlar ortaya çiktilar, hem de çok ilginç bir biçimde… Bernadotte’u vuran Joshua Cohen adli tetikçi, Basbakan Ben Gurion’un özel korumasi oluverdi birden bire.! Suikast emrini verenlerden Yitzhak Samir ise Mossad’in Avrupa masasi sefligine getirildi.(1) Ben Gurion’un basbakanliginin sürdügü bu dönemde, Samir’in de katkisiyla, çok sayida “Israil düsmani” Mossad ajanlarinca Avrupa’da öldürüldü. Kisacasi Israil’in liderleri aktif birer teröristtiler, ya da terörizmi el altindan destekliyorlardi.

Terör, Israil’in kurulmasiyla bitmedi, azalmadi da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladi.

—Israil Tarzi Terör —

… 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. ‘Harika bir adam’ diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi…

Üstteki satirlar, Israil’in Davar gazetesinin 9 Haziran 1979 tarihli sayisinda yayinlandi. Yazilanlar, 1948’de Dueima adli Filistin köyünün ele geçirilmesi sirasinda yapilanlara taniklik eden Israilli bir askerin katliam hatiralariydi.

Önemli olan bu satirlarda anlatilanlarin, istisnai bir terör eylemini degil, Israil’in kutsal terörünün siradan bir örnegini tarif etmesidir. Bir diger “siradan örnek”, Israillilerin devlet kurduklari yilda, 1948’de Deir Yassin köyündeki Arap halka giristikleri katliamdir. Menahem Begin’in yönettigi Irgun ve Stern teröristleri, Kudüs yakinlarindaki Deir Yassin köyüne düzenledikleri baskin sirasinda, hamile kadinlarin ve çocuklarin da dahil oldugu 280 kadar Arap köylüsünü önce sokaklarda dolastirdiktan sonra kursuna dizmislerdir. Ancak bir de önemli “detaylar” vardir: Öldürülen genç kizlarin çogunun irzina geçilmis, erkeklerin cinsel organlari koparilmistir. Siyonistler bazi kurbanlari öldürmek için biçak kullanmislardir. Raporlarda “ortadan ikiye biçilen” küçük bir kiz çocugundan da söz edilmektedir.(2)

Bu sekilde alti ay içinde Arap köylerine düzenlenen sayisiz baskinlarla 400 bine yakin Arap, yurdunu terketmek zorunda kaldi. Deir Yassin Katliami bu baskinlarin sadece birisiydi. Israilliler’in yillar içinde terör yoluyla bosalttiklari köy sayisi, Israil’in az sayidaki “muhalif” seslerinden biri olan Israel Shahak’in tespit ettigi rakama göre, 385’tir. Bu köylerde yasayanlarin içinde korku yöntemiyle kaçirilanlarin yaninda, Deir Yassin’le ayni kadere ugrayanlar da vardir.

Israil’in terörü, ilerleyen yillarda da kan dökmeye devam etmistir. Kibya ya da Sabra Satilla katliamlari, yine buzdaginin görünen kisimlaridir. Israilliler çogu kez bu açik eylemleri bile üstlenmemeye çalismislardir. Örnegin Israil’in 1982 yazindaki Lübnan’i isgali sirasinda Sabra ve Satilla mülteci kamplarinda öldürülen 1.500’ün üstündeki Filistinli’ler hakkinda Begin “yahudi olmayanlar, yahudi olmayanlari öldürdü, bize ne!” demisti. Oysa kisa süre sonra katliami gerçeklestiren Falanjistlerin Israil subaylarinin komutasinda oldugu ve Israil ordusunca silahlandirildiklari ortaya çikti.

—Israil Tarzi Iskence—

Israil’in kutsal terörünün önemli bir parçasini ise iskence olusturmaktadir. 1967’den bu yana iki milyondan fazla Filistinli’yi isgal altinda yasamaya zorlayan Yahudi Devleti, bu Filistinlilerin muhalefetini kirmak ve onlari göçe ikna etmek için sistemli bir iskence politikasi uygulamistir.

Yahudi Devleti’nin korkunç iskence yöntemleri, ilk kez Londra’da yayimlanan Sunday Times’in 1977 yilinda yayinladigi uzun bir arastirmada ortaya çikti. Belgelenen vakalar, 1967’den itibaren on yillik Israil isgali sirasinda iskence gören kirkdört Filistinlinin durumlarini ortaya koyuyordu.

Buna göre, Israil’in; Nablus, Ramalla, Hebron ve Gazze’deki hapishanelerinde, Kudüs’teki Rus sitesi ya da Moskoviya olarak bilinen sorgu ve gözalti merkezinde ve Yona, Ramle, Sarafand, Nafha gibi özel askeri hapishanelerde inanilmaz iskenceler uygulaniyordu. Sistemli dayak disinda, Israillilerin kullandigi iskence türleri arasinda; cinsel organlara elektrik verme, tutukluyu çirilçiplak buzlu suya sokma, gözleri baglanmis olan tutuklunun üzerine özel egitilmis köpekleri saldirtma, vücudun degisik yerlerinde sigara söndürme, arkadan tecavüz, tirnaklarin ve saglam dislerin sökülmesi gibi yöntemler vardi. Bazi tutuklularin kizlari da tutuklanmis ve bunlara babalarinin gözü önünde tecavüz edilmis, sonra da tutuklu kendi kiziyla cinsel iliskiye girmesi için zorlanmisti. Bazi erkek tutuklularin cinsel organlarina ince cam çubuklar sokulmus ve sonra da bu çubuklar organin içindeyken iskenceciler tarafindan kirilmisti. Erkek tutuklularin hayalarinin sikistirilmasi da çok kullanilan yöntemlerin biriydi. Bu iskenceler sonucunda çok sayida Filistinli tutukluda kalici sakatliklar meydana geldi. Çogunun cinsel fonksiyonlari sona erdi, görme ve isitme duyularini ve akli dengelerini yitirenler oldu. Bu fiziki iskencelerin yaninda psikolojik yöntemler de vardi. Siyasi tutuklular, kasten, Israil ordusuna çizme, kamuflaj agi, vb. malzeme imal etme islerine kosuluyorlar, reddettiklerinde fiziki yöntemlere basvuruluyordu.(3)

Sunday Times’in ortaya çikardigi bu vakalar, 1967-1977 yillari arasindaki iskence vakalariydi. Ilerleyen yillarda da Israil’in kutsal terörü ve kutsal iskencesi sürdü. Yalnizca 1987-1993 döneminde; Israil birlikleri tarafindan 1.283 Filistinli öldürülmüs, 130.472 tanesi hastaneye kaldirilacak derecede yaralanmis, 481 tanesi sürülmüs, 22.088 tanesi gözaltina alinmis, 2.533 ev mühürlenmistir. (4) Gözalti ve tutukluluk sirasinda kullanilan iskence yöntemlerinin hangi boyutlara vardigini bilmek de mümkün degildir.

Israil iskence gelenegi ile ilgili olarak en son 1995 Agustosunda ortaya bazi yeni bilgiler çikti. Emekli Albay ve tarihçi Mose Givati, “Çöl ve Alevlerin Içinde” adli kitabinda, 1948, 1956 ve 1967’deki Arap-Israil savaslarinda Israil ordusunun savas esirlerine inanilmaz iskenceler yaptigini yazdi. Buna göre, esir alinan Misirli askerlerin gözleri sigara ile oyulmus, cinsel organlari kesilerek agizlarina tikanmisti…

Burada önemli olan bir nokta var. Israil devlet aygiti, terör ve iskenceyi yalnizca pragmatik bir uygulama olarak degil, bunun da ötesinde kutsal bir misyon olarak görmektedir. Israil’in terörü, Livia Rokach’in ifadesiyle, “kutsal” bir terördür. Çünkü bu terör, yahudi dini kaynaklari tarafindan emredilir.

—Terörün “kutsalligi”—

Eski Ahit’in Tesniye kitabinda, 7. Bap söyle baslar:

“Allahin Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldugun diyara seni götürecegi ve senin önünden çok milletleri, Hittileri ve Girgasileri ve Amorileri ve Kenanlilari ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri, senden daha büyük ve kuvvetli yedi milleti kovacagi; ve Allahin Rab onlari senin önünde ele verecegi ve sen onlari vuracagin zaman; onlari tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acimayacaksin ve onlarla hisimlik etmeyeceksin; kizini onun ogluna vermeyeceksin ve onun kizini ogluna almayacaksin… Çünkü sen Allahin Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allahin Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti.”

I. Samuel kitabi 15. Bap’in basinda ise su ayet yer alir:

“Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek’in Israil’e yaptigini, Misir’dan çiktigi zaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayacagim. Simdi git, Amaleki vur ve onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür.”

Ayetlerde geçen Hittiler, Yebusiler, Amalekler gibi kavimler, M. Tevrat’in yazildigi dönemlerde Ortadogu’da bulunan toplumlardir. Bu nedenle bu ayetlere (ve M. Tevrat’in içindeki yüzlerce benzerlerine) göz atan pek çok kisi, tarihin derinliklerinde kalmis birer siddet olayinin hikayesini okudugunu sanabilir. Oysa gerçek böyle degildir… Israil’in “güvercin” siyasetçilerinden Amnon Rubinstein, su satirlari yaziyor:

“(Israilli radikallerin) kullandigi lisanda, günümüzdeki Araplar; Yebusiler’dir, Amalekler’dir ya da Kenan diyarinin Tevrat tarafindan lanetlenen yedi kavminden herhangi birisidir… Tesniye’de, ‘geride hiç bir sey kalmayacak sekilde’ Amalek’i yok etmek üzere verilen emir, dogrudan bugünkü Araplar’a yönelik olarak yorumlanmaktadir… Israil’in savaslari da bu çerçevede anlasilmakta ve bu savaslarda bu ‘yeni Amalekler’e karsi insancil davranilmamasi gerektigi söylenmektedir. Haham Menachem M. Kasher, 1967 savasindan sonra yazdigi bir yazida, Tevrat’in ‘onlari sizin önünüzden yavas yavas azaltacagini ve yurtlarina sizi yerlestirecegim’ seklindeki ifadesinin, Israil’in Araplar’la olan iliskisini tarif ettigini yazmistir… Bar Ilan Üniversitesi’nden Haham Israel Hess, daha da ileri gitmis ve ‘Tanri’nin Amaleklere karsi girisilen savasa bizzat katildigini’ söylemistir. Israel Hess’in konuyla ilgili yazisinin basligi ise, ‘Tevrat’in katliam emirleri’dir.” (5)

Kisacasi, Israil kimligi olusturan en büyük faktör olan “dinci” ekol, Muharref Tevrat ayetlerini bu sekilde yorumlamakta, ve böylece Yahudi Devleti’nin uyguladigi teröre teolojik bir mesru temel olusturmaktadir. Iste bu nedenle terör ve Israil, birbirinden ayrilmaz iki parçadir. Yahudi Devleti, mevcut ideoloji ve kurumlariyla ayakta kaldikça, terörü mesru bir siyaset araci olarak görmeye devam edecektir.

“Gazap üzümleri”nin bombalariyla ambulans içinde parçalanan çocuklar, bu gerçegin ne ilk ne de son kurbanlaridir.

Görüşlerinizi Bekliyorum ! !! ! !

eski mısır tanrıları!

Mısırlılar,her tanrının görev ve gücünü açık bir şekilde tanımlamak veya kendilerini bu tanrılara bağlayan bağları hassas biçimde kurmak için uğraşmazlardı.Mısır tanrıları üstün kişiliklerdi.Onlar insanlardan önce yeryüzündeydi ve insanın sahip olamayacağı ölçüde büyük bir güce sahiplerdi.

Eski Mısırlılar,dünya işlerinin düzgün işleyişinin tanrıların keyfine bağlı olduğuna inanırlardı.O halde,onlarla en iyi ilişkileri kurmak gerekirdi.Bu da tanrılarla ilişki kurabilen tek kişi olan ve kendisi de yeryüzündeki tanrı,yaşayan Horus olarak kabul edilen firavunun göreviydi.Firavun her gün tanrıya yemekler sunar,gizli odada duran ve tanrıyı temsil eden heykeli yıkar ve dğiştirirdi. “Oğlu”nun iyi hizmetlerinden memnun olan tanrı ona karşılık olarak “sonsuz hayat,güç ve sağlık” verirdi.Firavun böylece tanrılarca Mısır’ın refahının vaat edilmesini tek başına sağlardı.Bununla birlikte firavunun her gün,imparatorluğun her köşesindeki tapınaklarda bulunması imkansızdı.Onun yokluğunda şehir sakinleri sırayla bu kutsal hizmeti üstlenirdi.

AMEN(Amon,Amun,Ammon,Amoun)
“Amen” “sakli olan” demektir.Teb’in bas tanrisidir.Esi Ame -net’le birlikte ilk tanrilardan biridir.Kutsal hayvanlari kaz ve koçtur.Orta Krallik döneminde sadece yerel bir tanriydi ama Tebliler Misir’a hakim olunca Amen önemli bir tanri oldu.18.Hanedan’dan itibaren Tanrilarin Krali oldu.Ünlü Amen tapinagi Karnak,dünyanin en büyük dinî yapisidir.Yeni Krallik boyunca Amen’in esi Mut olarak kabul edildi.Bu ikilinin çocugu Ay tanrisi olarak bilinen Khons(Chons)’tur.

AMEN-RA(Amon-Re)
Amen rahipleri tarafindan Yeni Krallik’a geçisi saglamasi için tasarlanmis karma bir tanridir.Bu Amen’in gücünü Ra’ya yansitir (veya tam tersi)

ANUBIS(Anpu,Ano-Oobist)
Anubis,Nephthys ve Seth’in(bazi efsanelere göre Osiris ve Isis’in) ogludur.Çakallarin mezarlar etrafinda dolasmasi nedeniyle çakal basli Anubis ölümle birlikte anilmistir.Ölen Osiris’i mumyaladigi için mumyalama tanrisi olmustur.Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir.Bu yüzden mumyalamayla görevli kisiler Anubis maskesi takarlar.Ölen kisi diger dünyada yargilanirken ona yardim eder.

ANUKET
Yukari Misir’da,Elephantin yöresinde Khnum ve Sati’nin kizi olarak bilinir.Kutsal hayvani ceylandir.Kus tüyleriyle kapli bir taç giyer ve soguk su tanriçasidir.

APIS
Sadece hayvan olarak çizilen ender tanrilardan biridir.Egemenlik alani Memphis’ti.Verimliligi temsil ederdi.Basinda günes diski ve uraeus yilani bulunan bir boga olarak çizilmistir.

ATEN
18.Hanedan zamaninda IV.Amenhotep tek tanri olan Aten’i yaymaya çalisti.Hatta adini da Akhenaten(Aten’in sevgilisi) olarak degistirdi.Aten her isininin ucunda bir el olan bir Günes olarak çizilirdi ve hayati temsil ederdi.Daha sonra Tutankhamon Misir’da Aten inanisina son verdi.

BAST(Bastet)
Bir Delta sehri olan Bubastis’te ortaya çikan kedi tanriç****ediler evde beslenmeye baslandiginda önemli bir tanri oldu.Aslan tan- riça Sekhmet’in olumlu yansimasidir.

EDJO
Yukari Misir’da Nekhbet’in esi olarak bilinen,Asagi Misir’in sembolü ve koruyucusu olan Delta’daki yilan tanri.Firavunun tacinin bir parçasidir.

GEB(Seb)
Shu ve Tefnut’un oglu,Nut’un esi olan Dünya Tanrisi.Kutsal hayvani ve sembolü kazdi.Yesil ve siyah derili bir adam olarak çizildi(Bitkilerin ve verimli Nil çamurunu renkleri).

HATHOR(Het-Heru,Het-Hert)
Eski zamanlardan beri tapilan inek tanri.Ismi “uzaktaki ev” veya “Horus’un evi” anlamina gelir.Gökyüzüyle baglantilidir.Edfu’da Horus’un esi olarak bilinir.Teb’de ölüm tanrisidir.Ama genel olarak ask,nese,dans,alkol tanrisi olarak kabul edilir.

HORUS(Hor)
Misir’in en önemli tanrilarindan biri,Osiris ve Isis’in ogludur. Çocuklugu boyunca Harpocrates(Hoor-Par-Kraat) ismini tasidi. Hain amcasi Seth’den babasini intikamini aldi ve tüm firavunlarin koruyucusu haline geldi.Yukari Misir’în patron tanrisidir.Seth’in Asagi Misir’in patron tanrisi olmasi nedeniyle Horus ve Seth’in savasi,Asagi ve Yukari Misir’in savasi haline gelmistir.Behdet’te “Behdet Horus’u” olarak bilinir ve kanatli bir günes diski olarak temsil edilir.

ISIS(Auset)
En önemli tanrica;anneligi,tedaviyi ve büyüyü simgeler. Evrendeki en güçlü büyücüdür.Ra’nin kendisinden Ra’nin gizli adini ögrenmistir.Osiris’in karisi Nephthys’in ikiz kardesidir. Horus’un annesi,Horus’un oglu Amset’in koruyucusudur. Isis Horus’u çocuklugu boyunca Seth’ten korumustur.Egemenlik bölgesi Abidos’tur.

KHNUM
Antinoe ve Elephantin’de koç basli bir adam olarak bilinir. Esi çesitli hikayelere göre Sati,Heqet veya Neith’dir.

KHONS(Chons)
Muhtesem Teb üçlüsünün üçüncü üyesidir(ebeveynleri Amen ve Mut’la birlikte.)Ay tanrisi olarak bilinir.Karnak’ta ona adanmis bir tapinak vardir.

MAAT
Adalet tanriçasi.Ismi “Adalet”,”Evrensel Düzen” anlamina gelir. Kafasinda bir devekusu tüyü tasir.Bu tüy diger dünyada, Osiris’in mahkemesinde,ölünün kalbi karsisinda bir terazide tartilir.Bu tartilmaya göre ölünün ruhu cezalandirilir veya ödüllendirilir.

MONTH(Mentu,Men Thu)
Amen yayginlasmadan önce Teb’deki ana tanri.Sahin basli bir insan olarak betimlenmistir.Savas tanrisidir.

MUT(Auramooth)
Amen’in karisi,Khons’un annesi.Ismi anne demektir.

NEFERTUM
Ptah ve Sekhmet’in genç ogludur.Taç giymis veya bir nilüferin üzerine oturmus bir genç olarak çizilir.

NEITH(Net,Neit,Thoum-aesh-neith)
Çok eski bir savas tanriçasidir.Deltada zekilik tanriçasi olarak bilinir.Yunan mitolojisindeki Athena’yla eslesir.Duamutef’in koruyucusudur.Timsah tanri Sobek’in annesidir.

NEKHBET
Yukari Misir patron tanriçasidir.Ikonografide bir akbaba olarak betimlenir.Kral ve kraliçenin tacinin bir parçasi,Edjo’nun esidir.

NEPHTHYS(Nebt-het)
Geb ve Nut’un en küçük çocugu,Seth’in karisi,Anubis’in anne- sidir.Seth Osiris’i öldürdügünde onu terketmis,Osiris’in canlanmasi için Isis’e yardim etmistir.Hapi’nin koruyucusudur.

NUT(Nuit)
Geb’in esi,Shu ve Tefnut’un kizidir.Gökyüzü tanricasidir.Yesil derili ve vücudu yildizlarla kapli bir kadin olarak resmedilmistir.

OSIRIS(Ausar)
Ölülerin koruyucusu ve yargilayicisidir.Abidos’da hüküm sürdü.Nut ve Geb’in ilk çocugudur.Ra dünyayi terk ettiginde dünyayi yönetmeye basladi ama Set onu öldürdügünde Isis onu tekrar canlandirdi.Böylece Osiris yeralti dünyasinin hükümdari oldu.Oglu Horus onun intikamini Seth’le savasarak ve onu yenerek aldi.Basindaki sapka Yukari ve Asagi Misir’in birligini simgeler.

PTAH
Memphis’te Dünya’yi yarattigina inanilir.Bazi efsanelere göre Thoth’un emirleri altinda çalistigina ve cenneti ve dünyayi yarattigina inanilir.

RA
Günes tanrisi ve “Yaratici” olarak bilinir.Sahin basy nedeniyle bazen Horus’la eslestirilir.Hakimiyet merkezi bugünkü Kahire olan Annu’ydu.5. Hanedan’dan dan itibaren firavunlara “Sa-Ra” (Ra’nin oglu)ünvani verildi.Shu ve Tefnut’un babasidir.

RA-HORAKHTY(Ra-Hoor-Khuit)
Karma tanri.Ismi”Ufuklarin Horus’u olan Ra” demektir.

SATI
Elephantin’de hüküm süren tanriça,Khnum’un esi ve Anuket’in annesidir.

SEKER
Isik tanrisi,ruhlarin yardimcisidir.Memphis’te Ptah’la eslestirilir. Sahin basli mumyalanmis bir adam olarak çizilir.

SEKHMET
Aslan tanriça.Memphis’te Ptah’in esi olarak bilinir.Ra’nin yarattigi Sekhmet,dogruluk tanriçasi olarak da bilinir.

SELKHET(Serket,Serqet)
Kafasinda zehirli bir akrep bulunan güzel bir kadin olarak çizilmis-tir.Kadinlara dogumda yardimci olur,akrep tarafindan sokulan insanlarin hayatini kurtarir.Isis’i Seth’ten korumak için Seth’e yedi akrep göndermistir.Qebhsenuef ‘in koruyucusudur.Tutankhamon’ un mezarindaki heykeli çok ünlüdür.

SET(Seth)
Eskiden Asagi Misir’in patron tanrisi olan Seth firtina ve çöl tanrisi olarak bilinirdi.Kardesi Osiris’i öldürerek Osiris’in oglu Horus’un,Isis’in ve Nephthys’in düsmanligini kazandi.Horus’la yaptigi savaslar,ayni zamanda Asagi ve Yukari Misir’in savasi oldu.Bu savasin sonunda Horus’a yenilerek çölde ta?amaya mahkum oldu.Misir’i çöllerden gelen yabancilardan koruduguna inanilir.

SHU
Rüzgarin ve atmosferin tanrisi.Ra’nin oglu ve Tefnut’un kocasi.

SOBEK
Arsinoe(Crocodilopolis)’de yasayan timsah tanri.Sobek 4 elementi de temsil ederdi(Ra’nin atesi,Shu’nun havasi,Geb’in topragi,Osiris’in suyu).Ölüler Kitabi’nda Sobek’in Horus’un dogumuna yardim ettigi,dolayisiyla Seth’in yenilmesine yardimci oldugu yazar.

TEFNUT
Bulutlarin tanriçasi,Ra’nin kizi ve Shu’nun esidir.Kutsal hayvani olan aslan basli bir kadin olarak çizilir.

THOTH
Ay’in,zamanin ve yazinin tanrisi.Esi Maat’tir.Thoth’un sekiz çocugundan en önemlisi Amen’dir.Hieroglifleri icat ettigine inanilir.

THOUERIS
Hippopotam tanriça.Verimlilik sembolü.Çocuklarin dogumuna yardim eder.Esi Bes’tir.

HERU-RA-HA
Ra-Hoor-Khuit ve Hoor-Par-Kraat’tan olusan karma tanri.Ismi “Horus ve Ra’ya sükür” demektir

F i r a v u n l a r .:.

|Kleopatra|

M.Ö 69`da iskenderiyede dogdu.Aslen yunanlı olan 3.Kleopatra babası 11.Ptolemaios`un vasiyeti üzerine kardesi ile evlendi. (O zamanlar mısırda egemen olan yunanlılar mısır toplumuna karısmamak için kendi soylarrından olan kişilerle evlenıyolardı bu da akraba evlılıklerı sonucu özürlü insanların dugumuna yol acıyordu…..) Babası öldügünde 18 yasında olan Kleopatra tahta cıktı. Halkın içine girebilmek ve halkın kendisini benımsemesi için kendini mısır dinine verdi.Kardesi tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgüne yollandı .Kleopatra iktidara yanında büyük Roma imparatoru SeZaR ile geri döndü. (Kleopatra bir halı içinde Sezar`ın sarayına girmiş ve bu büyük kralı kendine aşık etmişti….) Bu olaydan sunra kimsenin bilmedigi bir sebeple kardesi Nil sularında boguldu ….!

Kardeşinin aradan cekilmesi ile kleo tek basına iktidar koltuguna oturmustu.O sırada SeZaRdan bir cocugu oldu ve minik Sezarius`u alıp Romaya gitti. Kleo`nun en büyük hayali iki imparatorlugu birleştirip büyük İskenderin hayali olan bilinen tüm dünyaya sahip olmaktdı.M.Ö 44`de Sezar ölünce bu hayallerini ertelemek zorunda kaldı. (ama yanlızca kısa bir süre için.. ) SeZaR ölünce roma imp. 2 `ye ayrıldı ve tahta cıkan Octavio (Sezarın yegeni) ve MarcuS Antonius arasında. Doğu artık MarcuS tarafından yönetilmekteydi ve ilk işide Mısırı ziyaret oldu.

Kleopatraya delice aşık oldu ve Kleo tekrar yarıda bıraktı planlarını hayata gecımekde gec kalmadı.Octavius`a savas actılar.Actiumda yapılan savaşta kleo ve Marcus kacmak zurunda kaldı .İskenderiydeki sarayına dönen Kleopatra elbet Octavius `un MıSıRı ele geçirecegini biliyodu. MarcuS`da onu peşi sıra mısıra dündü ama korkunc bir haberle sarsıldı Kleopatrası ölmüştü intihar ertmişti.Bunu duyunca o da kendini öülümün kollarına bıraktı ama ölümüne sebep olan bu haber bir dedikodudan ibaret idi.Bunu haber alan Kleo artık tek basına kalmıstı mısır elinden ucup gitmek üzereydi ,tek yapıcagı hayatına son vermek olmuştu artık.Mısır dininde İsİs`in simgesi olan kobra yılanı ile intihar etti.Öldüğünde sadece daha 39 yaşındaydı. Plutark`a göre 9 dil bilen Kleo aşırı zeki bir kadındı ama herkesin bildigi gibi cok güzel de degildi.O salona girdigi zaman kimse bakmazdı bile derdi.Mısır Tanrısı İsİs ile kendini özdeştirmişti.SeZaR da Osiris dogan cocuklarıda Horus`u simgeliyordu.Ensest ilişki cocuğu,hafif meşrep ,sımarık ama işini ciddiye alan -bir kadın idi.

Isis :

10.000 adı olan bereket tanrıcası Reankarnasyonla mısır halkı tarafından Kleopatranın içinde yaşadına inanılıyordu.

Kleopatra`nın Sarayı M.Ö 300 yılında kurulan iskenderiye şehrinde bulunan Kleo`nun sarayı kleopatranın ölümünden 400 yıl sonra meydana gelen büyük depremlerle sular altına gömülmüştü.Tarihe damgasını vuran bu saray yaklaşık 2 sene evvel iskenderiye körfezinde tekrar büyük araştırmalar sonucu yer yüzüne cıkarıldı.Bulunan ilk parcalar sarayın girişinde bulunan büyük surlar oldu.Daha sonra sudan cıkan 2 sfenx burdaki kalıntıların Kleo`nun sarayı oldugunu kanıtladı bu gercekten büyük bir arkeolojik buluştu.

Sudan cıkan büyük yunan tanrısı Hermes`in heykeli ve kenti simgesi olan kıvrık yılan heykeli ilk bulunan bir kaç parcadan biriydi.Hiç bir zaman Kleonun tam bir resmı veya heykeli bulunamadı. Bulunan resim ve heykellerde hep baska türlü resmedilmişti.Ama bu kalıntılar içinden cıkan bir parada ilk defa Kleo`nun yüzü cok temiz ve güzel bir şekilde yapılmıştı. Sarayın yeri Strabon un çizdigi haritalrdan yola cıkılarak aramalara başlandı.
Kleopatra MıSıR`ın son hükümdari oldu ve yaşamını Tarihte büyük izler bırakarak sona erdirdi.

|Akhenaton|

Mısır firavunları çoğunlukla zorba, baskici, savasçi ve acimasiz kisilerdir. Bu firavunlarin ortak özellikleri Mısır’in çok tanrıli dinini benimsemeleri ve bu din sayesinde kendilerini tanrılastirmalaridir. Ancak Mısır tarihinde bir tek firavun vardir ki, digerlerinden çok farklidir. Bu firavun tek bir yaraticiya inanilmasi gerektigini savunmus ve bu yüzden özellikle çok tanrıli dinin kaymagini yiyen Amon Rahipleri ve bunlara destek veren bazi askerler tarafindan büyük baskiya maruz kalmis, sonunda da öldürülmüstür. Bu firavun MÖ 14. yüzyilda basa geçmis olan IV. Amenofis’tir. IV. Amenofis MÖ. 1375’te tahta çiktiginda yüzyillarin getirdigi bir tutuculuk ve gelenekçilik ile karsilasti. Bu döneme dek toplum yapisi ve halkin kraliyet sarayi ile olan iliskileri degismeden gelmisti. Toplum dis olaylara ve dinsel yeniliklere kesin olarak kapilarini kapali tutuyordu. Tutuculuk, yukarıda da açikladigimiz gibi, Mısır’in dogal cografi kosullarindan kaynaklanmaktaydi.

Firavunlarin halka benimsettirdigi resmi din, eski ve geleneksel olan her seye katiksiz bir bagliligi zorunlu kiliyordu. Oysa IV. Amenofis, resmi dini benimsemiyordu. Tarihçi Ernst Gombrich söyle yaziyor:

Eski gelenegin kutsadigi bir çok aliskanligi kaldirip, halkinin, bunca garip bir biçimde betimlenmis sayisiz tanrısina saygi göstermek istemedi. Onun için tek bir yüce tanrı vardi, o da Aton’du. Aton’a tapti ve onu günes biçiminde imgelestirtti. Öteki tanrılarin rahiplerinin etkisinden korunmak için, sarayini bugünkü El-Amarna’ya tasidi.

Babasinin ölümünden sonra genç yastaki IV. Amenofis, büyük bir baskiya maruz kaldi. Bu baskinin sebebi, geleneksel çok tanrıli Mısır dinini degistirerek tek tanrı inancina dayali bir din getirmis olmasi, ve her alanda köklü degisikliklere girismesiydi. Ancak Teb önde gelenleri bu dini teblig etmesine müsade etmediler. IV. Amenofis ve ahalisi Teb sehrinden uzaklasarak Tell El-Amarna’ya yerlestiler. Burada “Akh-et-aton” adinda yeni ve modern bir sehir insa ettiler. IV. Amenofis de “Amon’un Hosnutlugu” anlamina gelen adini Akh-en-aton yani “Aton’a Boyun Egen” olarak degistirdi. Amon, çok tanrıli Mısır dininde en büyük toteme verilen isimdi. Aton ise, Amenofis’e göre “göklerin ve yerin yaraticisi” idi, ki bu sifatla Allah’i kast etmis olmasi kuvvetle muhtemeldir.

Bu gelismelerden hosnut olmayan Amon Rahipleri, ülkenin içinde bulundugu bir ekonomik krizden de faydalanarak Akhenaton’un gücünü elinden almak istediler. Düzenlenen bir komplo ile Akhenaton zehirlenerek öldürüldü. Ondan sonra gelen firavunlar da hep rahiplerin etkisi altinda kaldilar.

Akhenaton’dan sonra basa asker kökenli firavunlar geçti. Bunlar eski geleneksel çok tanrıli dini yeniden yayginlastirdilar ve eskiye dönüs için önemli bir çaba harcadilar. Yaklasik bir yüzyil sonra da Mısır tarihinin en uzun süre hükümdarlik yapacak firavunu II. Ramses basa geçti. Ramses, bir çok tarihçiye göre Israilogullari’na eziyet eden ve Hz. Musa ile mücadele eden firavundu.

|Hatcepsut|

Tatmosis’in krallığı döneminde tüm piramitler yağmalandı. Mısır bir başıboşluk dönemindeydi. Tatmosis gömüleceği güvenli bir yer buldu, orası Krallar Vadisi’ydi. Krallar Vadisi’ne ilk gömülen kraldır ve burayı gizlice yaptırmıştı. Tatmosis cesur bir kumandandı. Hiçbir firavunun gidemediği yerlere kadar gitmiştir. 5 çocuğu oldu ancak sadece Hatçepsut yaşayabildi. Kral seçmek zor bir işti, erkek çocuğu ise yoktu. İkinci derece eşlerin de çocukları kral olabiliyordu. Hatçepsut Kralın ikinci eşinden olan (yarısoylu) 2.Tatmosis ile evlendi. Evlendiklerinde Hatçepsut 12, Tatmosis ise 20 yaşındaydı. Tatmosis 40 yaşında öldü. Zayıf biriydi ve savaşlara bile gitmedi. Bu dönem olaysızlık dönemiydi.

Nefruri diye bir kızları oldu. Hatçepsut 32 yaşındayken eşi öldü ve imar iskan programını başlattı. Bir yapı inşa ettirdi, hiçbir kraliçe böyle bir mezar inşa etmemişti. Sonra burası tapınak oldu. Bu kadın harika işler başarıyordu. Babasının enerjisi onda ortaya çıkmaya başlamıştı.

Hatçepsut’un heykelleri diğer kralların heykellerinden farklıydı. Yanakları dolgun olarak gösterilmiştir.Hatçepsut babası için iki dikilitaş yaptırdı. 95’er metre ve 350şer ton ağırlığında iki dikilitaş yedi ayda tamamlandı. 270 km.lik yolda kızaklarla sürüklendi. Karnak’ta ayağa dikilmesi gerekiyordu ama nasıl?

Mısır ABD’ye dikilitaş yaptı ama çok zor götürdüler. Teknolojileri (demiryolu hatıı ve buharlı makineler) olmasına rağmen dikiltaşı hareket ettirmek dört ay sürdü. Bu da muazzam işleri muazzam insanların yapabileceğini akla getiriyor.

Hatçepsut, Senmut’ı kızının öğretmeni olarak atadı. Ona bazı şanslar ve olanaklar tanıdı. Mısır’ın seçkinleri arasında Senmut’ın kendi tapınağı da vardı ancak bu tapınak gizlenmişti.

Mısır Hatçepsut sayesinde refaha kavuştu. 2.Tatmosis’in başka bir eşinden olan oğlu (Hatçepsut’ın üvey oğlu) 3. Tatmosis artık büyümüştü. O da kral olmak isteyecekti. Hatçepsut, iktidarını sürdürmek için firavun sıfatının aldı. Bu sıfatı alan tek kadındır. Takma sakal bile takıyordu.

Saraydan birisi Hatçepsut için şunu yazmıştır:

“Hatçepsut iki cinsin çıkarlarını birleştirdi. Herkes onun önünde eğilmeli”

Hatçepsut soylu kadınların öncüsü demekti.

3.Tatmosis Hatçepsut’un kral olmasından pek de rahatsız değildi. O eğleniyordu ve ordunun başındaydı. İkisi de bu durumdan hoşnuttu.

Hatçepsut Pant’a bir ticaret seferi yaptı. 15 büyük gemi Kızıl Denizde 380 km. yol almıştır. Tapınağının duvarlarında bu sefer harfi harfina kayıtlıdır. Afrika’daki kabile yaşamı ilk defa görülmüş veya dile getirilmiştir. Hatçepsut’un Mısır’ı bu işin üstesinden geldi ve başarı kazandı. Ancak zendin bir ülke böylesine uzun ve zor bir seferi yapabilirdi.

Senmut’un mezarında Hatçepsut’ın taş sandığı bulunmuştur. Böyle bir sandık ancak soylu birinin mezarında bulunurdu. Sıradan bir insan soylu bir sandık ile gömülmüştü. Bu sandık Hatçepsut’ın karliçelik döneminde yapılmıştı. Kral sıfatını alınca kendisine yenisini yaptırdı.

Senmut ve Hatçepsut’ın sevgili olduğu kesin olarak görülüyor. Bu da neden Senmut’un hiç evlenmediğini açıklıyor. Bu durum Mısır’da garip karşılanan bir durumdu.

Deir El Bahri Tapınağını yapan işçiler dinlendikleri zamanlarda duvarlara Hatçepsut ve Senmut’un aşk yaptığını çizmiş vebirçok resimde beraberken birbirlerine sevgi gösterirken görülüyorlar. Mısır bilimcilerin çoğu sevgili olduklarını iddia eder. Kimi araştırmacılar bu işin Senmut’ın yaptığını söylüyor ancak bu kanı kabul görmedi.

Sahel Adası, Mısır’ın ilan tahtası gibi bir yer olmuştur. Haznedar Ti, Hatçepsut’ı bir taşın üstüne resmetmiş. Haznedar Ti, Nubialılarla savaşta Hatçepsut’ın da bulunduğunu yazmış. Onun orduyla beraberken çok aktif ve idealist bir kadın olduğunu anlatmış.

Amonhotep de Hatçepsut’a nasıl sesleneceğini bilememiş, hem kadın hem de kral olduğu için kafası karışmış ve ona tutkusunu belirtmiştir.

Hatçepsut’ın tapınağının yanına Senmut’ın yeni bir tapınağı yapılmıştı. Bu normal bir durum değildi. Senmut hep yanaklarında kırışıklarıyla resmedilmiştir. Senmut tapınağına gömülmek istemişti. Duvarlarda ölüm kitabından sözler var. Tavanda astronomiyle ilgili çizimler var ve bu Mısır’da bir ilk olmuştur.

Senmut öldükten birkaç yıl sonra Hatçepsut da ölmüştür. Vadidedki en uzun ve derin mezar Hatçepsut’inkidir. Hatçepsut’ın mezarına ulaşmak için çalışmalar yapılmıştır fakat çalışmalar gitgide zorlaşmıştır ve mezar odasının girişi de kapalıdır. Howard Carter odaya ulaşmıştır ancak bu çok zor olmuştur. Duvar kaliteli değildi, kireçtaşıydı. Htachepsut’ın mezarında Senmut’ı aradılar ancak bulamadılar. İki mumya vardı birisi Hatçepsut ve diğeri de babasıydı. Kırmızı quartzdan iki sandık bulundu.

3. Tatmosis sonunda firavun oldu. Çok başarılı bir savaş adamıydı. 17 seferin başında da hep o vardı. Muhteşem anıtlar yaptırdı ama inşaatla hiç ilgilenmiyordu. Bu açıdan Hatçepsut’la çok iyi anlaştılar. Onlar ortak yöneticiler olarak resmedilmiş ta ki Hatçepsut’ın Kırmızı Tapınağı parçalanana kadar. Hatçepsut’ın tüm tapınaklardaki adları silindi ve çevresindeki erkeklerin adları yazıldı. Bir kadının kral olabileceğini kabullenmediler. Tarih yeniden yazıldı. Burada Hatçepsut hiç varolmadı. Tarih gerçeği bulmanın sadece bir yoludur…

Mumyalar bulundu. Bunlara Ramses 1, 2, 3, Hatçepsut ve Senmut’ınki de dahildi. Senmut’ın resminde gösterilen kırışıklar gözönünde bulundurulunca bir mumya Senmut ile bağdaşıyordu. Bu nedenle bu mumyanın Senmut’ın mumyası olma olasılığı büyüktür. Ejiptologlar bu mumyaya “yanakları kırışık, bilinmez adam” adını vermişlerdir.

Hatçepsut’ın 22 yıllık Hanedanı çok başarılı geçmiştir. Kendisinin yetiştirdiği erkekler tarafından hasıraltı edilmişti.

3.Tatmosis 20 yıllık krallığında neden Hatçepsut’ın izlerini silmeye çalıştı?

Çünkü o bir kadındı ve tek nedeni de buydu. Ancak bu gerçek görmezlikten gelinemez. En güzel tapınak Hatçepsut’ın tapınağıdır

|Ramses|

En büyük savaşı başlatan firavundur. Ramses savaşmayı biliyordu ancak İsrail Tanrısıyla yaptığı savaşta yenildi.

Babası Seti çok başarılı bir adamdı ve tapınaklar yaptırtmıştı. Bu tapınaklardan birinde politik bir ifade kullanıldıgı görülmüştür: ‘Hükumdarlığımdan çok şey bekleyin’

Ramses 22 yaşında Ebu Simbel Tapınğnı yaptırtmaya başlamıştıç Bu tapınak Dagın içi oyularak yapılmıştır. Ramses yaşayan her varlıgın kendinden korkmasını istiyordu.

Ebu Simbel ve Ramses’in 4 dev boy heykeli 20 yılda yapıldı. Çok az bir teknolojiyle ve bu kadar az zamanda nasıl yapıldı hala bilinmiyor.

Nubia’dan Mısır’a geçenler Amon, Ra, Thoth ve Ramses’in bu heykellerinden korkuyordu.

Ramses eşi Nefertari’ye de tapınak yaptırdı ve ‘Güneşin parladıgı kadın’ yazıdırttı.

Teb’de tapınaklar inşa etti. Memfis’teki yönetimi ve başkenti Delta bolgesine taşıdı. Bu bölge sulaktı ve askeri harekata geçmek için uygun bir yerdi. Daha sonra Pi-Ramses adında yeni bir şehir yarattı. 25 yaşında en buyuk profesyonel orduyu oluşturdu. 25000 piyadeden oluşuyordu.

Kadeş Savaşı

Ramses savaşa hazırlandı Ra birligi yokedildi ve Ramses’in kampı savunmasız kaldı. Hitit casusları konuşturuldu ancak bir işe yaramadı. Ramses tuzaga dusurulmuştu. Sadece Amon birligiyle harekete geçebilecekti.

Herşeye rağmen Ramses kontrolu elşne almayı başardı. ‘ Ben yalnızım ama Amon beni koruyacak’ dedi ve harekete geçti. Hititlilere 6 kere hücum etti. Yenilmek aklına bile gelmemişti. Hititliler kaçtı ve yenilgiyi zafere dönüştürmüş oldu.

Ölen Hitit askerlerinin sağ elleri kesildi ve üstüste kondu. Bu sadece birinci rounddu.

Ertesi sabah Ramses kişisel bir zafer kazandı. Hititler barış önerdi. Ramses barışı kabul etmedi ancak sadece ateşkesi kabul etti. Ramses’in Mısır’a dönüşü muhteşemdi ve savaşın her anını tapınak duvarlarına kazıttı.

Hititlerle ramses arasındaki bu anlaşma tarihteki bilinen ilk barış anlaşması olarak kabul edilir. Ramses’in Kadeş’i bırakma sebebi çıkış sırasındaki yenilgiyi kaldıramaması olarak gosterilebilir.

Ancak Kadeş savaşı daha önce oldugu bilinmektedir bu nedenle bu olasılık ortadan kalkar.

İsrail Savaşı

Deltada yaşayan İsrailliler artmıştı ve firavunla bazı çatışmalar ortaya çıktı. Musa Firavun’dan halkın gitmesi için izin istedi ancak Firavun izin vermeyince Musa asasını yere attı ve asa yılana dönüştü. Firavun bundan etkilenmemişti çünkü firavunun kendi adamları da bunu yapabiliyordu. Yere düşe yılan kafasını kaldırdı. Musa ” Nil’deki balıklar ölecek ve Nil’in suyu igrenç olacak. Mısırlılar Nil’in suyunu içemeyecek” dedi ancak firavun yine de İsraillilere izin vermedi.

10 lanet gerçekleşecekti. Bu lanetlerin 10.su ise Mısır’da doğan herkesib ilk çoçukları ölecekti. Bu da gerçekleşmişti.

Bunun üzerine Firavun önce gitmelerine izin verdi sonra da vazgeçti.

Musa bir mucize gerçekleştirdi ve Nil’in suları ikiye ayrıldı ve İsrailliler kaçtı.Onları izleyen Mısırlılar ise boguldu. Firavun sonunda yenilmiştir.( Bu tarihte gercek olarak kabul edilmiştir ancaok Mısır tarihinde yazılı olanlar bunlar degildir.)

Bu olayın gerçekligi konusunda şüpheler mevcuttur. Eger bunlar gercekse neden herşeyi yazmayı adet edinen Mısırlıların kayıtlarında yoktur? Acaba tek neden Mısırlıların yenilgilerini kaydetmemeleri miydi?

Ramses bir gece bir rüya görür ve rüya yorumu yapabilenYusuf (joseph) çağırılır. Rüyada 7 şişman inek 7 zayıf ineği yemiştir.Yusuf’un yorumu 7 bereketli yılın ardından 7 kıtlık yılının gelecegidir.

Kıtlık donemi ge4rcekten de gelir ve Mısır buna daha önceden hazırlandıgı için hiç etkilenmeden atlatır.

Mısır’ın bir bolgesinde belli bir kayalık kutlesi vardır ve burdaki kayaların üstünde İsrail çıkışı kayıtlıdır ve çıkış burdan ögrenilebiliyor.Burada aynı zaman da savaş zaferleri kayıtlı ve İsraillilerin göçebe bir toplum oldugu belirtiliyor.

Ramses 67 yıllık hükümdarlıgının sonunda 92 yaşında öldü ve 100 çocugu oldu ( bu çocuklarının hepsi öz cocukları degildir).

Tüm tapınaklara oğullarının kabartmaları yapılmıştır.

Krallar vadisinde her mezar numaralandırılmış vaziyettedir. 5 numaralı mezar Ramses’in oğulları için yaptırılmış mezardır ve en geniş mezar oldugu bilinmektedir.

Çıkışa denk gelen firavunun Ramses ( adsız firavun) oldugu tarihte kesin olarak kabul edilmiştir.

Ramses tüm eşleri arasında en önem verdigi Nefertari idi. Ramses ve Nefertari Nil’e açıldılar ancak Nefertari öldü ve Ramses ona Mısır’ın en güzel tapınağını yaptırdı. Ramses Nefertari’nin ölümünden sonra çok değişti. Artık ordularının başında savaşamıyordu. Artık eski gucu kalmamıştı.

Ramses tum hayatı boyunca mezar ve anıtlara çok önem vermiştir ve yaptırdıgı her anıtın üstüne adını kazıtmıştır hatta kendisinden önce olanların üstüne dahi adını kazıtmıştır.Ramses döneminde ölüler tapınağı yapılmıştı ve bunun yapılması için tüm halkın çalıştıgı soyleniyor.

Dunyanın en buyuk sutunlu salonu olan Karnak Tapınagını da Ramses yaptırmıştır ve toplam 134 sütun vardır.

Ebu Simbel Tapınagının önüne ise 20şer metre yuksekliginde 4 tane oturan Ramses heykeli yaptırdı. Ayaklarının dibine de kızkardeşi ve 3 kızının kucuk heykelleri yerleştirilmiştir.

|TUTH-ANKH-AMON|

Tuthankamon’un Lord Carnarvon’un cabalari sonucu ortaya cikarilan mezarindan cikan en degerli parca olan ustu degerli taslarla bezenmis maskesi..

Akhenaton ve Nefertiti’nin 6 kızı ve bir oğlu olmuştu. 6 kızı da bilinmeyen sebeplerden ölmüştü ve Akhenaton lanetlenmiş kral olarak goruldu. Amarna şehrindeki 17 yıllık dönem boyunca Aton tek tanrı olmuştu. Athenaton’un oğlu Tuth-ankh-aten yarı(üvey) kızkardeşi Ankhesenamon ile evlendi. Tutankhaten adını degiştirdi ve tuthankamon yaptı.

Tutankhamon firavun olmasından bir sure sonra Ey vezir oldu. Saraya giriş çıkış ve kararlar Ey’den çıkıyordu.

Tutankhamon 20 yaşında gizemli bir şekilde öldü. Ölümünün ardından birisi Tutankhamon’un izlerini çalışmıştır.

Cenaze günü 12 adam Tutankamon’un çekerken Ey bu kişilerin arasında degildi. Ey’in üzerinde panter derisi ve başında da firavun tacı vardı. Ey Tutankhamon’u alt edip firavun olmayı başarmıştı.

Ankesenamon bunun üzerine düşmanı olan Hitit Kralına bir mektup yazmış ve bu mektupta resmen yalvarmıştır. Krala onun çok fazla oglunun oldugunu söylemiş ve oğullarından birini göndermesini istemişti. Bir hizmetçiyle evlenemeyecegini söylemişti. Kral bunun bir numara olduğunu düşünerek reddetmişti. Ankesenamon tekrar mektup yazmış ve neden böyle düşündügünü sormuş. Eeğer doğru olmasaydı kendini küçük düşürmeyecegini ve ona yalvarmayacagını yazmış ve tekrara bir hizmetçiyle evlenemeyeceğini söylemiş. ( bu mektuplar şuanda beyşehirde muzede bulunuyor.)

Saraydan birinin onu evlenmeye zorladıgı kesindi. Sonunda kral oğlunu yollamış ancak Mısır sınırlarına ulaşamadan öldürülüyor.

Ey sonunda Ankesenamon’la evlendi. Ankesenamon’un kurtulmaya calıştıgı hizmetçi Ey’di ve sonunda Ey firavun olmuştu.

Günümüzde bulunanların arasında bir yüzük vardı ve bu yüzüğün üstünde 2 kartuş vardı. Bir kartuşta Ey’in diger kartuşta ise Ankesenamon’un adı yazılıydı. Yani bu yüzük evlendiklerine dair bir başka kanıt oldu.

Ey firavun olduktan 3 yıl sonra öldü. Mezarında eski eşi Tey’in de adı geçiyordu ancak isim silinmişti.

Tutankhamon’un mezarına bakıldığında çiftin birbirine çok bağlı olduğu fikri ediniliyor. Duvarlardaki figurlerde birbirine dokunurken veya yardım ederken resmedilmiş. Örnegin bir resimde Tutankhamon avlanırken Ankesenamon ona okunu uzatıyor. Kolkola dururken resmedilmişler. Bulunanların arasında Tutankhamon’un Ankesenamon için yaptırdığı altından bir tabla var. Üstünde hiçbir işleme olmayan bir lamba var. Lamba çok sade ancak yanınca üzerinde Tutankhamon ve Ankesenamon’un resmi oluşuyor.

Ankesenamon’un 2 düşük yaptığı mezarındaki 2 mumyadan anlaşılıyor. Birisi 5 (mumyalanmış) ve digeri ise 8 aylık (yarı mumyalanmış) olmak üzere ikisi de kızmış.

Tutankhamon’un mezarına Nefkeperur gibi zengin ve sağlıklı olsun yazılmış.

Aped festivalinde Karnak tapınağında Tutankhamon’un resmi görevler yapmış olduğu da duvarlardaki kayıtlardan görülüyor.

Tutankhamon 20 yaşındayken ölmüştür. Mezarı acıldıgında çok zengin bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Mısırlılar’ın ısı kullanmadan altını şekle konusunda uzmanlaştıları burda bulunanlardan da gayet iyi anlaşılmaktadır. Tabutu 120 kg ve 0.5 cm kalınlıgında altından yapılmıştır. Altın maskesi de bulunmuştur.

Mısırlılar altının güneşten geldiğine inanıyordu (dünyanın oluşumu). Altın Ra’nın simgesiydi. Firavunlar kendilerini altınla kaplıyorlardı.

Burada Ankesenamon’un öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar vardır.

Tutankhamon’un taş mezarı açıldıktan sonra X-ışınlarıyla incelenmişti. Kafasının arkasından darbe aldığı görülüyor ancak yüzüstü yatar pozisyonda iken alınmış bir darbe olduğu saptanmıştı.

Neden öldüren kişi bulunmaya çalışılmamıştı ve yargılanmamıştı? Çünkü bu işi vezirin yönetmesi gerekiyordu ve vezir bu işi yürütmüyordu. Vezir’i de kimse yargılayamıyordu.

Bugün onca yaptığından sonra kimse vezir Ey’i tanımıyor. Mezarı soyulmuş ve biriktirdiği tüm mirası çalınmış ve duvardaki yazılar da silinmiş.

Tutankhamon krallar vadisinde günümüze kadar gömülü kalan tek firavundur.

TEK SORULUK ANKET

Dünya çapinda bir anket yapilmis.
Sadece bir soru sorulmus “Lütfen dünyanin geri kalan kismindaki yiyecek
eksikligine bir çözüm ile ilgili kisisel görüsünüzü dürüstçe belirtiniz.”
Anket büyük bir basarisizlikla sonuclanmis. Çünkü;
Afrika’da insanlar “yiyecek” kelimesinin ne anlama geldigini bilmiyorlar.
Bati Avrupa’da insanlar “eksiklik” kelimesinin neanlama geldigini
bilmiyorlar.
Dogu Avrupa’daki insanlar “kisisel görüs”ün ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Orta Dogu’da insanlar “çözüm”ün ne anlama geldigini bilmiyorlar.
Güney Amerika’daki insanlar “lütfen” kelimesinin ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Israil’deki insanlar “dürüstlük” kelimesinin ne anlama geldigini
bilmiyorlar.
Ve Amerikada’ki insanlar “dünyanin geri kalan kismi”nin ne anlama
geldigini bilmiyorlar.

Amerikan Temsilciler Meclisi, Filistin Yönetimi’ne her türlü para yardımını yasaklayan bir kararı kabul etti.

Hamas hükümeti tarafından idare edilen Filistin Yönetimi’ne doğrudan ve dolaylı yardımı yasaklayan karar tasarısı, Temsilciler Meclisi’nin önde gelen cumhuriyetçi ve demokrat sorumlularının desteğiyle 361’e karşı 37 oyla kabul edildi. Oylamada 9 çekimser oy çıktı.
Oylamadan hemen sonra Beyaz Saray, bu kararı desteklemediklerini açıklayarak, bunun insani yardım konusunda Başkan’ın elini kolunu bağladığını bildirdi.
Öte yandan ABD Başkanı George W. Bush, İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile ilk kez Beyaz Saray’da görüştü.
Bush, görüşmede, Filistin lideri Mahmud Abbas ile diyaloğun başlatılması ve her türlü tek yanlı girişimden kaçınılması isteğini dile getirdi.
Görüşmeye yakın kaynaklar, ABD Başkanı’nın görüşmede ayrıca Olmert’in Batı Şeria’daki izole Yahudi yerleşim birimlerinin kaldırılması konusundaki kararlılığını da sınama olanağı bulduğunu belirttiler.

www.sonsaniye.net Mearsheimer ve Walt`a göre “İsrailci lobi” merkezi bir önderlik altında bütüncül-birleşik bir hareket olmayıp, bilakis bireyler ve organizasyonların oluşturduğu gevşek bir koalisyon yapısı arz etmekte

Washington’da ABD Kongresi’ne yönelik olarak kullanılan “İsrail’in işgali altındaki bölge” deyimi belli aralıklarla gündeme gelir. Bu tabirle Yahudi lobisinin Amerikan politikasına uyguladığı her renk ve boyuttaki güçlü etkisi kastedilir. Burada bir hususu hemen belirtmek gerekir ki, İsrail lobisi, mensuplarının çıkarlarını ABD başkentinde temsil eden ne en büyük ne de en güçlü organizasyondur. İç politikada, karşılaştırmalı olarak bakarsak en etkili lobi “Amerikan Senyorları Lobisi” AARP (Üst Düzey Yetkililer Lobisi), ya da “Silah Sahipleri Lobisi” NRA’dır.

Dış politikada ise hiç şüphesiz en etkili iki lobi Petrol Lobisi ve Silah Endüstrisi Lobisi’dir. ABD politikasına etki etmek ve baskı uygulamak Washington’daki günlük rutin işlerdendir. Elbette geçen günlerde yaşanan lobici Jack Abramoff olayında olduğu gibi hukukun sınırları çiğnenmediği müddetçe… Ancak İsrail lobisi bir noktaya kadar yegâne ve eşsiz olma özelliğine sahip bulunmaktadır. Washington’da bir toplumsal kesimin ya da endüstri kesiminin çıkarlarını temsil eden değil, bilakis yabancı bir ülkenin, Siyonist Bernard Rosenblatt’ın yirminci yüzyılın başında söylediği gibi “Ortadoğu’daki küçük Amerika” olan İsrail’in çıkarlarını temsil eden bir lobi olarak algılanmaktadır.

Elbette ABD’de çok sayıda etnik lobi bulunmaktadır: Ermeni lobisi, Alman, Yunan, İrlanda ya da Küba lobileri gibi… Ancak daha çok yerel sınırlarda kalan bu lobilerin güçleri, seçmenleri harekete geçirme yeteneği temeline dayanmaktadır. Buna karşılık İsrail lobisi her şeyden önce finans akıtıcısı olarak ortaya çıkmakta ve lobi ülke çapında kendine yakın aday ve politikacıları desteklerken politik muhaliflerine karşı da mücadele vermektedir. Hiç şüphesiz Washington’daki en etkili lobiciliği gerçekleştiren, 1948`de kurulmuş olan, ülke çapında 100 bin üyesiyle ve yıllık 33 milyon doların üzerindeki bütçesiyle American Israel Public Affairs Committee (AIPAC)’dır.

AIPAC kendi web sitesinde, Washington’da bir yılda “100’den fazla kanun çıkarma inisiyatifi”nin arkasında durduğunu, desteklediğini gururlanarak ilan etmektedir. Bu kanunlar arasında Dışişleri’nin itirazına rağmen 2004’te Kongre’den geçirilen “Global Anti-Semitism Awareness Act” (Anti-Semitizme Karşı Evrensel Bilinç Uyandırma Kanunu) gibi yasalar bulunmakta. Yasa metninde şöyle bir tespit bulunmaktadır: “İsrail’deki veya işgal altındaki bölgelerdeki gelişmelere karşı yapılan İslami direniş” ya da “güçlü anti-İsrailci görüş ve kanaatlere sahip olma” gibi olgular, Yahudi düşmanlığı seklindeki tutumlar olarak kabul edilmelidir.

Daha az tanınan, ancak ABD’de etkisi hiç de az olmayan (Conference of Presidents of Major Jewish Organizations) Yahudi Organizasyonları Genel Başkanlar Konferansı ismini taşıyan 51 Yahudi organizasyonunu bünyesinde barındıran bir şemsiye organizasyon niteliğindeki CPMJO’dur. Bu Başkanlar Konferansı adlı organizasyon bir şahin olan Malcom Hoenlein’in yönetimindedir. Bu şahin görüşlü başkanın 90’lı yıllarda Filistin’deki militan Yahudi yerleşimcileri finansal olarak desteklediği bilinmektedir. Malcom Hoenlein en iyi lobi faaliyetini Amerikan yönetimi nezdinde ve Beyaz Sarayda gerçekleştirmektedir.

Bütün bu bilgiler kamuoyu tarafından bilinmektedir. Pekala iki Amerikalı ünlü siyasal bilimci profesör Chicago üniversitesinden John J. Mearsheimer ve Harvard`tan Stephen M. Walt’ın hazırladıkları 82 sayfalık araştırmada “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” başlığıyla konuyu ele almalarıyla ortaya çıkan bu büyük heyecan ve sansasyon nereden kaynaklanmaktadır. Niçin, bir kısmı çok şiddetli olmak üzere, iki profesörü ya “cesaretli aydınlar ve uyandırıcılar” ya da “Yahudi düşmanı ikiyüzlüler ve yalancılar” seklinde nitelendiren tepkiler ortaya çıkmakta.

Yani ABD medyasının olayı pek de gündemine almaması ve soğumaya bırakmasına rağmen Washington’da bir bardak suda fırtına koparılmaktadır. Bu arada hazırlanan çalışmanın İngiltere’de “London Review of Books”ta kısaltılmış bir versiyonu yayınlandı. Öte yandan bu gelişme “Financial Times“in bu ay başında bir baş makale yazısı ile konuyu tekrar gündeme getirmesine vesile oldu: “Biz niçin ABD-İsrail ilişkilerini tartışamayız?” Cevabı da dergi şöyle veriyor: “Refleksler… O refleksler ki açık tartışmaları savunma ve serbest araştırmalar söz konusu olunca çok olağan bir şekilde uyanık olmaktalar… Ancak konu İsrail’i ilgilendirince ve özellikle de ABD dış politikasını şekillendirmede İsrailci lobilerin oynadığı rol olunca, Amerikan politik elitlerinin en azından büyük bir bölümü kör ve sağır olmakta.”

Mearsheimer ve Walt bu rolü nasıl tanımlamaktalar? Özellikle de “1967 Altı Gün Savaşı”ndan sonra İsrail’le ilişki, ABD dış politikasının ana ekseni oldu, seklinde bir tespit yapmakta iki profesör. Bu yaklaşım, ABD’nin Yahudi devletini kayıtsız şartsız desteklemesine ve de Washington’un Ortadoğu’da demokrasiyi yaygınlaştırma çabalarına rağmen, Arapları ve Müslümanları öfkelendirmekte ve nihayetinde sadece ABD’nin güvenliğini değil dünyanın büyük bir bölümünün güvenliğini tehlikeye düşürmekte.

Bununla birlikte yazarlar şu görüşü de savunmakta; iç politika düşünceleri hariç olmak üzere neredeyse dış politikayı tamamen İsrail lobisinin aktiviteleri yönlendirmekte. Bu lobiciler aktif ve dinamik bir şekilde Irak saldırısını desteklediler ve bugün de Suriye ve İran’a karşı bir askerî saldırıyı talep etmekteler: “Eğer ABD politikasına yönelik bu çabalar başarı kazanırsa, İsrail’in düşmanları zayıflatılmış ya da imha edilmiş olacak, İsrail Filistinlilerle tek başına hesaplaşma imkanı bulacak ve her şeyden önce de Amerikalılar savaşacak, ölecek, yeniden yapılandıracak ve mali yükü çekmiş olacaklar.”

Mearsheimer ve Walt`a göre “İsrailci lobi” merkezi bir önderlik altında bütüncül-birleşik bir hareket olmayıp, bilakis bireyler ve organizasyonların oluşturduğu gevşek bir koalisyon yapısı arz etmekte. Bu lobi Yeni Muhafazakâr entelektüellerin ve evangelik Hıristiyanların aktif ve dinamik yardımlarıyla ABD dış politikasını İsrailci (proisraelische) bir istikamete yönlendirmek için çalışmakta. Yazarlara göre İsrailci lobi Amerikan Yahudilerinin karakteristik temsilcileri de değiller. Çünkü lobi, Filistinlilerle barışı reddeden Likud politikasına yakın düşmekte, sertlik yanlısı aşırılar ve şahinler tarafından yönetilmektedir.

Eskiden olduğu gibi Amerikan Yahudilerinin genel çoğunluğu ise Demokratları seçmektedir. İki yazar da, ana hedefi milli çıkarları korumak ve desteklemek olan bir realist dış politikayı savunmakta ve yaptıkları araştırmayı da bu çerçevede bir “tartışmaya katkı” olarak görmekteler. Ancak polemik yanlış kesimlerden gelen büyük övgülerle hızlı başladı: Ku-Klux-Klan örgütünün eski başkanı David Duke haricinde Filistinli militan Hamas temsilcileri de bu tezler hakkında müspet görüş belirttiler. Bir de tam aksi yönde, yazarların araştırması, “komplo teorilerini yayma” ve hem “Ajitasyon-Propagandayla paralelleşme” hem de “Neo-Nazi edebiyatı” gibi suçlamalara maruz kaldı.

Daha da önemlisi ABD’li entelektüel Noam Chomsky’nin eleştirileridir – ki o son dönem Washington dış politikalarını hiç de tasvip etmemekle ünlü birisidir. Radikal solcu Chomsky “Znet” isimli internet dergisinde şu yargıya varmakta; bu iki yazar öne sürdükleri argümanlarda Amerikan Enerji Lobisi’nin rolünü ve önemini küçümsemişlerdir. Ve Ortadoğu’daki Amerikan politikasının başka yerlerdeki dış politikasına çok benzer olduğunu niçin açıklamamışlardır.

Chomsky’ye göre her şeyden önce bu işlerden Beyaz Saray karlı çıkmakta; araştırmadaki teze göre “ABD yönetimi kral koltuğuna hiç eleştirilmeden oturtulmakta ve kendisinden kurtulmanın mümkün olmadığı mutlak güce sahip bir lobi tarafından boğazına yapışılmaktadır.”

Buna karşılık Mearsheimer ve Walt`in tezleri İsrail’de hemen hemen hiç bir heyecan uyandırmadı. Gerçi İsrailliler, Amerikalılardan daha cesur olarak, Yahudi devletini ilgilendiren konularda daha açık, daha şiddetli karşı saldırı yaparak tartışma yapmaya alışkındırlar. Bunun dışında İsrail eski adalet bakanı Yossi Beilin gibi bir İsrailli ise, İsrailci lobilerin etkisini kendi ülkesi için daha çok ters tepki doğurucu olarak göstermekte; “bazı kimseler tamamen yanlış olmasına rağmen AIPAC’ı İsrail’in uzun kolu olarak görmekte”. Bu değerlendirmeye John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt da katılmakta; “İsrailci lobiler daha az güçlü olsaydılar ve ABD Ortadoğu politikası daha dengeli olsaydı, bu durum belki de İsrail için daha iyi olurdu.”

Ignaz STAUB-İsviçre Tages Anzeiger gazetesi Yazarı

Çeviren: Aydın K. Sancaklı

Önde gelen Batılı muhalif kalemlerden Lübnan’daki Hizbullah ve Filistin’deki Hamas direnişine destek çıktı. Bir manifesto yayınlayan aydınların bu bildirisinin genişlemesi bekleniyor. Bildiriyi imzalayan aydınlar arasında Tarık Ali, Noam Chomsky, Eduardo Galeano, Howard Zinn, Ken Loach, John Berger ve Arundhati Roy da var.

İşte o bildiri…

“ABD destekli İsrail saldırısı, Lübnan’ı felç etti, ateşe ve öfkeye boğdu. Kana’daki katliam ve can kayıpları, sadece ‘orantısız güç kullanımından’ ibaret değil. Uluslararası yasalara göre, bu bir savaş suçu.
Lübnan’ın sosyal altyapısının, İsrail hava kuvvetleri tarafından kasıtlı ve sistematik imhası da savaş suçu.

İsrail’in hedefi bu ülkeyi bir İsrail-ABD vilayeti statüsüne indirgemek. Bu girişim geri tepiyor, zira dünyanın dört bir köşesindeki insanlar olan biteni dehşetle izliyor. Lübnan’da nüfusun yüzde 87’si şu an Hizbullah direnişini destekliyor. Bu destek Hıristiyan ve Dürziler arasında yüzde 80, Sünni Müslümanlar arasındaysa yüzde 89 oranında. Öte yandan, ABD’nin Lübnan’ı desteklediğine inanan Lübnanlıların oranı yüzde 8.

Saldırı çoktan planlanmıştı
Fakat, İsrail’in bu eylemleri ‘uluslararası toplum’ tarafından kurulmuş herhangi bir mahkeme tarafından yargılanmayacak, zira bu korkunç suçları destekleyen veya bunlara kayıtsız kalan ABD ve müttefikleri böyle bir şeye izin vermeyecek.

Hizbullah’ı yok etmek için yapılan Lübnan saldırısının çok uzun zaman önce hazırlandığı artık açık. İsrail’in işlediği suçlara, ABD ve onun her daim sadık müttefiki Britanya da yeşil ışık yaktı. Blair, ülkesinde kendisine karşı ezici bir muhalefet olmasına rağmen tutumunu değiştirmedi.

Direnişi destekliyoruz
Lübnan’ın tadını kısa süreliğine çıkardığı barış sona erdi ve felç edilmiş bir ülke unutmayı umduğu bir geçmişi hatırlamaya zorlanıyor. Lübnan’a dayatılan devlet terörü Gazze gettosunda da tekrarlanıyor; ‘uluslararası toplum’sa bir köşede durmuş, olan biteni sessizce izliyor. Bu arada Filistin’in geri kalanı, ABD’nin doğrudan katılımı ve müttefiklerinin üstü örtülü onayıyla ilhak edilip parçalanıyor.

Bu vahşetin kurbanlarını ve ona karşı direnenleri destekliyoruz. Hükümetlerimizin bu eylemlerdeki suç ortaklığını teşhir etmek için elimizdeki bütün araçları kullanacağız. Filistin ve Irak işgalleriyle Lübnan’a yönelik geçici olarak ‘durdurulan’ bombardımanlar sürdükçe, Ortadoğu’da barış da olmayacak.

ABD ve Britanya, İsrail’in Lübnan’da savaş suçu işlemesine destek veriyor. Hükümetlerimizin bu suça katkısını teşhir etmek için elimizden geleni yapacağız.”

İngiliz yayın kurumu BBC, İsrail-Lübnan savaşı sırasındaki haberleri nedeniyle ”tek yanlı” haber vermek ve ”Hizbullah yanlısı” yayın yapmakla suçlanıyor.

Jerusalem Post gazetesinin haberine göre, İsrail Dışişleri Bakanlığı, vatandaşların, BBC’nin yeniden boykot edilmesi, Lübnan’daki savaşla ilgili ”tek yanlı” haberleri nedeniyle BBC muhabirlerinin çalışma belgelerinin geri alınması baskısı altında…

Haberde, diplomatik yetkililerin de BBC haberlerinin ”tarafsız” olmadığını söyledikleri belirtiliyor. Kudüs’teki yetkililerin,
”haberlerinde, tarafsız olmak yerine, BBC’nin adeta Hizbullah’ın adına çalıştığı izlenimi verdiğini gördüklerini” ifade ettikleri de kaydedildi.

Dışişleri Bakanlığı Medya ve Kamu İşleri Genel Müdür Yardımcısı Gideon Meir’in bu konuda yorum yapmaktan kaçınmasına rağmen, İsrail’in 1. Kanalı’ndaki bir konuşması sırasında verdiği örnek hatırlatıldı. Buna göre, Meir, London Times’da 24 Temmuzda yayımlanan Stephen Pollard imzalı bir makaleyi hatırlattı ve Pollard’ın, BBC’nin bir programının adeta Hasan Nasrallah tarafından yazıldığı izlenimini verdiğini yazdığını kaydetti.

Başbakan Ehud Olmert’in Basın Sözcüsü Miri Eisen de aynı kanaldaki değerlendirmede, BBC’nin savaşın ilk haftasındaki haberlerinin düzgün olduğunu, ancak sunucusunun Hayfa’dan Beyrut’a gittikten sonra, yayınlarının (Arap kanalları) El Cezire ve El Arabiya benzeri olduğunu ifade etti.

Gazete, 2003 yılındaki Filistin olayları sırasında, İsrailli yetkililerin BBC haber programlarını boykot ederek, 7 ay mülakat
vermediklerini ve BBC habercilerinin brifinglere alınmadıklarını da hatırlattı

İsrail’in Haremüşşerif yakınındaki hafriyat çalışmasını protesto eden yüzlerce Filistinli ile İsrail polisi arasında çatışma çıktı.

Haremüşşerif İslam’ın üçüncü en kutsal alanı olarak kabul ediliyor

Güvenlik güçlerinin protestocuları dağıtmak için plastik mermi ve gözyaşartıcı gaz kullandığı, Filistinli göstericilerin de buna taş atarak yanıt verdiği bildiriliyor.

Bazı Filistinlilerin El Aksa camisi içinde barikat kurdukları da gelen haberler arasında.

Filistinliler Haremüşşerif yakınındaki hafriyat çalışmalarının durdurulmasını istiyor.

Bu çalışmalar, El Aksa camisinin de içinde bulunduğu kutsal bölgeye yeni bir yürüme yolu inşa edilmesini hedefliyor.

Filistinliler inşaat çalışmaları sırasında Haremüşşerif’in temellerinin tahrip olabileceğini düşünüyor.

Müslüman dini liderler inşaat faaliyetlerine muhalefetlerini dile getirmek için Cuma gününü “tepki günü” olarak ilan ettiler.

İsrail yetkilileri ise inşaat çalışmalarının Haremüşşerif’in korunması için gerekli olduğunu savunuyor ve alanda yapısal bir tahribat olmayacağı konusunda güvence veriyor.

Müslümanlar tarafından İslam’ın üçüncü en kutsal alanı olarak kabul edilen Haremüşşerif, Yahudiler tarafından da, birinci ve ikinci Yahudi tapınaklarının burada olması nedeniyle kutsal sayılıyor.

İsrail polisi bugünkü çatışmalarda 17 gösterici ile 15 polisin yaralandığını bildirdi.

BBC’nin Kudüs’teki muhabiri Matthew Price, şu sırada Filistinlilerle polis arasında çıkan çatışmaların küçük çaplı olmasına rağmen, Haremüşşerif’in son derece hassas bir alan olması nedeniyle, yaşanan gerginliğin bölgede daha büyük şiddet olaylarının fitilini yakacak potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor.

Hafriyat çalışmalarının geçtiğimiz Salı günü başlaması ardından, Filistinlilerin protestolarının yanısıra, Arap ülkelerinden de çalışmaların durdurulması çağrısı gelmişti.