Archive for the ‘abd’ Category

ABD yönetimi el Kaide lideri Usame Bin Ladin’in görüldüğü yeni bir video kaydının ellerine ulaştığını açıkladı. Görüntülerin gerçek olup olmadığı araştırılıyor

Bin Ladin bandı elimizde

Hükümet yetkilileri, bandın yeni hazırlanmış olup olmadığını incelediklerini açıkladı.

Bir süre önce köktendinci bir İnternet sitesi 11 Eylül 2001 saldırılarının altıncı yıldönümünde yeni bir bandın ortaya çıkarılacağını duyurmuştu.

El Kaide lideri Usame Bin Ladin, 2004 yılı Ekim ayından bu yana bir video kaydında görülmedi.

İnternet’teki fotoğraf

Amerikalı bir yetkili Reuters ajansına yaptığı açıklamada “ABD hükümetinin video kaydına sahip olduğunu ve bunun incelenmekte olduğunu doğrulayabiliriz.” dedi.

Sözkonusu köktenci İnternet sitesi, sık sık El-Kaide’nin medya kolunun mesajlarını yayımlıyor.

İnternet sitesi, video kaydının 72 saat içinde yayımlanabileceğini söyledi.

Site, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in önceki görüntülere oranla yaşlanmış halini gösteren bir fotoğraf yayımladı.

Görüntülerde Usame Bin Ladin’in sakalının ise ağarmadığı ve koyu rengini koruduğu görülüyor.

Gözlemciler, yeni bir video kaydının, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldüğüne dair süregiden söylentileri sona erdirmeye yarayacağını söylüyor.

bbc

// Bu arada Türklerin giyindiğini ve geleceğini öğrenen uyanık yahudi girişimciler , Orta asyada yahudiler e Musanın Asası ismiyle yapma asalar satmaya başladılar. Asayı satmaya başlayan gavur , alanların suda asayı vurmasıyla bir nok olmadığını görerken . satıcılar Türkler gelince bir deneyin deneyerek uyuttuldular.

Türk girişimciler de yahudilere yönelik usame başlıklı füze , yahudi askerlere yönelik de usame başlıklı vibratör satışına giriştiler.

Diş Cheney orada neler var diyerek bir kafasını şapşal şaplak salladı .

Bush ise kendisine özel som altından saddam vinrötörü siparişi vardı .

olaylar dünyay sarsılırken pervez müşerref nerede yılan var diyerek bir bakınıyor.

Türkiye Emekli Subaylar Derneği Başkanı Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nun dün yapıtığı “Üniformamız, kılıcımız sandıkta; gerekirse geri çıkarırız” açıklaması üzerine iyibilgi’ye konuşan Hasan Celal Güzel önemli açıklamalarda bulundu… iyibilgi özel

TESUD (Türkiye Emekli Subaylar Derneği) başkanı Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nun dün yaptığı açıklamada çok iddialı cümleler vardı. “Üniformamız, kılıcımız sandıkta gerekirse çıkarırız” –Sizden mi Korkacaz lan , kaypaklıktan başka işiniz yok , tanınmıyonuz bilinmiyonuz sanki -, “Bu mesleğe 14 yaşında girenler var, 50 yaşlarında ayrılmış. Artık askerlik onun bi yaşam biçimi haline gelmiş”- öküzlükten bahsetmiyorsun umarım – , “YAŞ kararlarını onaylayacak Cumhurbaşkanı istiyorum.” – başka derdin varmı senin elini şaplat biz 3-5 tane hizmetci gönderiyoruz zaten – , “Silahlı Kuvvetlerin yapısını değiştirmeye kalkan bir Cumhurbaşkanı olursa, kesinlikle bu yaşanan krizden çok daha büyük krizler yaşanır. Bu riski karşılayacak bir sosyal yapımız yok” – Çok ta anlarsız sosyal yapılardan , birşeyler kaldırılamazsa belki daha iyisi gelir, boşluklar her zaman doldurulur, kalın kafalılıktan kurtulunda yapınızdasiz birşeyler değiştirin – Küçükoğlu’nun iddialı cümlelerinden bir kaçı. Yine Küçükoğlu açıklamalarında, Erdoğan’ı kastederek YAŞ kararlarına şerh koymuş bir başbakanın, Cumhurbaşkanı olmasının bir tehdit oluşturabileceğinin altını da çizmeyi ihmal etmiyor…. – Onun bi tarafları çizilmeden gelebilmiş ondan konuşabiliyor. Yazık gerçekten Türk Milletine –

Türkiye militarist bir ülke değil

“Küçükoğlu’nun bu açıklamalarını iyibilgi’ye yorumlayan Hasan Celal Güzel şunları ifade ediyor: ” Rıza Küçük ve arkadaşlarının üniformaları ve kılıçları sandıkta duruyorsa, ve onları ülkenin menfaati için çıkarmak istiyorlarsa şimdi bu eylemi yapmak için doğru bir vakit. Kılıçlarını demokrasiyi korumak için kullansınlar. İşte Kuzey Irak karşılarında. Sıkıysa gidip, Kuzey Irak’ta ABD ve PKK’lılara karşı kabadayılık yapsınlar. Küçükoğlu, askerliğin kendileri için yaşam biçimi olduğunu ifade ediyor. Türkiye militarist bir ülke değil. Askerlik vazifesi sonra erdi ise, hayatın içinde asker gibi yaşamayamaz. Küçükoğlu ve arkadaşlarının artık demokrasiyi sindirerek sivil halka karşı direnmemesi gerekiyor.

Güzel, Erdoğan hükümetini neden kınadı?

Rıza Küçükoğlu, YAŞ kararlarına şerh koyan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı olmasını tehlike olarak görüyor. Oysa YAŞ kararlarının olması bile yaşadığımız yüzyılda son derece yanlış. Anayasa’da gerekli değişimler yapılarak acilen İdari Kararlar, yargıya açılmalı. YAŞ kararlarına Milli Savunma Bakanlığı Şerhi konulması da çok uygun bir karardır. Şerh, YAŞ kararlarının hukuki inceleme ile desteklenmesi gerektiğini ifade eden bir eylemdir. Hatta ben Erdoğan hükümetinin ordudan ihraç edilen askerler için daha fazla direnmeleri gerektiğini düşünüyorum. Hatta az direnç gösterdikleri için onları kınıyorum. TSK hiçkimseye bağlı olmayan hesapvermez bir kurum değildir. Hem devlete hem de millete karşı sorumludur. Küçükoğlu ve Küçükoğlu gibi düşünenler, halkın seçimlerine saygıyı, sivil hayatı ve çağa ayak uydurmayı acilen öğrenmeliler. Umuyoruz ki ‘demokrasiye inanmış’ ana muhalefet partisi CHP’lilerin de şura kararları ve demokrasiye yapılan tehditler konusunda söylecek sözleri vardır. ( Bok yemeyi sever onlar CHP Demokrasi isteyen bir partimi ki , CHP nin geçmişi neymiş , halktan uzak danalar ! )

www.iyibilgi.com

ABD`de milyonlarca müntesibi olan Evanjelikler, Mesih`in inişini bekliyor. İsrail`in kuruluşu, dünyadaki Yahudilerin İsrail`de toplanması ve çevredeki Deccal (Müslüman) güçlerinin tasfiyesini sağlayacak büyük savaşın, bu süreci yakınlaştıracağına inanıyorlar. Bu açıdan İsrail devletinin her türlü tehlikeye karşı korunması ve her gün biraz daha güçlendirilmesi için İsrail`e kayıtsız şartsız destek vermek `dini bir vecibe`dir. En azından ABD`deki milyonlarca Hıristiyan için bu böyledir; Avrupa`nın İsrail`e verdiği desteğin gerekçesi başkadır. Herkes ABD`nin İsrail`e neden bu karşılıksız desteği verdiğini merak eder ve aslında deklare edilmiş uluslararası hukuk, ahlaki norm ve geçerli teamüller açısından rasyonel, inandırıcı bir izah bulamaz. Hiç kuşkusuz Amerikan devletinin bekasını ve geleceğini düşünen güçler (WASP), kendi çıkarlarını esas alan silah ve petrol şirketleri, karteller, lobiler siyasette ağırlıklarını hissettiriyorlar. Ama Evanjeliklerin etkisi bugün her zamankinden daha çoktur, etkileyicidir ve belki de hepsinden daha öndedir. Bu dini doktrin bir `dehşet senaryosu`na dayanır, gerçekleşmesi halinde akacak kan `atın sırtını kaplayacak` ve sadece bu inançta olanlar `göğe yükselip Tanrı`nın sağında olup bitenleri seyredecek`. Jerry Falwell, bunun `insanlık tarihini sona erdirecek` ve nihai kurtuluşu sağlayacak bir mukadderat olduğunu söylüyor. Hıristiyan sağ politikacılar ve bu inançta olanlara göre, `İsrail Tanrı`nın bir emridir`. (Bkz. Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, çev. M. Acar-H. Özmen, Kim Yayınları, Ankara, 2002) Reagan, `Armagedon`u yaşayacak nesil biz olabiliriz.` demişti. Bu inanç, buna inanmayanların kitlesel imhasını öngörür (Türbülasyon) ve Virgine papazı McLean`a göre, `Kitab-ı Mukaddes`teki kehanet gereği Türbülasyon Holokost`tan daha yıkıcı olacaktır`. Bu inanca dikkat çekmek ne paranoya ne halüsinasyondur, olayların bu doktrine göre vuku bulması durumunda, milyonlarca insan hayatını kaybedecektir. Tarihte beşeriyet ve özellikle bölgede yaşayan Müslümanlar, hiç böylesine dehşet verici bir tehditle karşı karşıya kalmamışlardı; bunun bir `fanatizm` olduğunu düşünebilirsiniz, ama `Tanrı`yı kıyamete zorlamak` için Armagedon`da yıkıcı bir savaştan başka şeye inanmayan Hıristiyanların sayısı az değil ve bugün bunlar yönetimde olanca ağırlıklarıyla gelişmeleri etkilemektedir. Batı`da artık bu tehlikenin farkına varan insanların sayısı giderek artıyor. ABD`nin sabık başkanı Carter (15 Ağustos 2006), şunları diyor: `Fundamentalistlerin Tanrı`yla eşsiz ilişkileri var. Düşündükleri her neyse Tanrı`nın da böyle düşündüğünü sanıyorlar. Buradan hareketle madem onların düşündükleri ve söyledikleri aslında Tanrı`ya aittir; o zaman buna karşı çıkan herkes yanılgı içindedir, çünkü Tanrı`ya karşı gelmiştir. Dolayısıyla onlara karşı gelenler aşağılıktır, kesin olarak sapkınlık içindedir ve dünyada böyle düşünmeyen kim varsa aslında ikinci sınıf insandır ve hayatları değersizdir. Bir başka önemli nokta da şudur; kim kendileri gibi düşünmüyorsa o kişilerle oturup görüşülemez, konuşulamaz, zira bu görüşme başlı başına zaten adil olamaz, çünkü karşı çıkanlarla fundamentalistler elbette fundamentalistlere göre eşit değillerdir. İşte bu hükümetin öncekilerden bir diğer kesin ayrılış noktası da budur. Bunlar kendileri gibi düşünmeyenlerle oturup konuşmak istemiyorlar, müzakere etmiyorlar. Ben bu tür şeylerden endişe duyuyorum.` (Der Spiegel`in Carter`le yaptığı konuşma için bkz. www.bilgihikmet.com) İsrailli politikacılar, generaller ve Yahudi lobisi, neoconların bu inancından azami surette yararlanmaya bakıyorlar. Yahudi oryantalist Bernard Lewis de bunlardan biridir. Lewis gibi rasyonel düşünen, bilgiyi akademik/bilimsel yöntemlerle elde eden ve sonu Yahudilerin yıkımına da sebep olacak birinin böyle bir doktrine inanması için aklını ekmek peynirle yemiş olması lazım. Elbette ilerlemiş yaşına rağmen Lewis`in aklı başındadır. Sadece `zamirinde başka şeyler` yatmaktadır.

-alıntı-

Bir haber ortalığı karıştırdı: “İsrail Türkiye üzerinden İran’a saldıracak.” İlk bakışta heyecan uyandıran bu iddia ne kadar gerçekçi? iyibilgi gündemdeki tartışmaları Prof. Dr. Hasan Köni ile masaya yatırdı. Köni’nin, özellikle Amerika ile ilgili tespitleri tartışma yaratacak. iyibilgi özel

Prof. Dr. Hasan Köni:

  • İran’ı vuracaklar
  • Türkiye üzerinden değil, Ürdün-Irak üzerinden vurur.
  • İran’ı vurursa artık İsrail’in Ortadoğu’da önüne geleni dövdüğü Amerika’nın da bunu desteklediği korkunç bir durum ortaya çıkar.
  • Amerika Ortadoğu’da, hemen Türkiye’nin altında bir şeyler yapıyor İsrail’le. Doğru ancak ondan sonra 635 milyon dolara F-16’ları yeniletiyor Türkiye. Amerika’ya yeniletiyor ve 12 milyar dolara da F–35 alıyor.
  • (Emre Taner’in açıklaması ile ilgili) Bilgi istihbarat önemli değil ki önemli olan yapabilmek. Türkiye’nin eli kolu bağlı. Bilgi gelsin, ancak yapamadıktan sonra ne olacak?
  • Türkiye, İran’a yapılacak bir saldırıya katılmaz. Türkiye’nin şikâyeti İran’dan değil ki, Amerika…

Haber ilk geldiğinde bir hayli dikkat çekiciydi. Sebebi İsrail’in İran’a saldırmaya hazırlandığını ileri sürmesinden değil, Türkiye’nin de bu saldırının bir parçası haline getirilmek istendiğini belirtmesindendi. The Sunday Times, İsrail’in İran’a saldırmayı kafasına koyduğunu, İran’a gidecek uçakların Türkiye üzerinden geçeceğini belirtti. Ve Türkiye’de bir tartışmadır, aldı başını gitti.

Fakat kimse şunu sormadı: Haritayı önünüze aldığınızda bu iddia ne kadar gerçekçi? Bu kısmı Hasan Köni ile birlikte tartışacağız ancak öncelikle şu saptamayı yapmak gerekiyor: İsrail, özellikle BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a karşı çıkarılan yaptırım kararından sonra İran’a saldırmanın yollarını aramaya başladı. Üstelik bu The Sunday Times’ın ortaya koyduğu bir iddia değil. Bundan tam dört gün önce Jerusalem Post gazetesinde yazılan bir makale aslında İsrail’in ne yapmak istediğini açıkça ortaya koyuyor. “Karar anı” başlıklı makaleye göre, İsrail artık saldırıp saldırmama konusunda bir karara varma sürecinde. Makalenin yazarı Yaakov Katz, İsrail istihbarat birimlerinin bütün enerjisini İran üzerine harcadığını ve Olmert ile sık sık bir araya geldiklerini belirtiyor. Katz, “Olmert karar vermeye yakın” iddiasını ortaya atıyor. Üstelik İsrail bunu tek başına yapma kararlılığında. Katz’ın konuştuğu istihbarat görevlileri “ne pahasına olursa olsun” diyor.

Kısaca söyleme gerekirse, dünya Irak’ı bir süre unutacak ve İsrail-İran gerilimine odaklanacak. iyibilgi, birçok kişinin pek çok şey söyleyeceği önümüzdeki günlerde, kimi noktaların netleşmesi için konunun uzmanına ulaştı. Şimdi arkanıza yaslanın ve Prof. Dr. Hasan Köni ile yaptığımız röportajı okuyun:

“Türkiye yaygarası boşuna!”

The Sunday Times gazetesinin haberine göre İsrail İran’ı vuracak. Daha da önemlisi Türkiye, İsrail’in kullanmak istediği, İran’a giden üç yoldan birisi. İsrail’in İran’a karşı bir operasyon hazırlığında olduğu aslında sürpriz değil. En azından Jerusalem Post gazetesinde yazılan önemli bir makaleye göre öyle. Sizce İsrail bunu göze alabilir mi? Bu birincisi. İki, İsrail’in Türkiye’yi güzergah olarak kullanma fikri ne kadar gerçekçi. Haritaya bakıldığında körfezden saldırması daha mantıklı değil mi?

İkinci sorunuzla başlayalım… Haritaya baktığınızda İsrail Ürdün Irak üzerinden -Amerika da orda- gidip vurur.

Yaygara boşuna mı?

Her gazetenin yazdığına inanamayın. Gazetenin kim olduğu, ne olduğu belli.

Peki, niyetleri var mı?

Niyetleri var tabi. Ancak vurulacak yerler aşağıda. Türkiye üzerinden uzatmaz yolu.

Zaten Körfez kıyısında özellikle o büyük tesisler

Bu kadar yol uzatacak, Türkiye’yi riske sokacak, Türkiye karar verecek. Bir sürü problem. Ürdün zaten Amerika’nın köpeği. Herif gitti Holywood’da film çevirdi. Türkiye’yi ne yapsınlar. Gider Ürdün üzerinden vururlar.

“İran’ı vuracaklar”

Ancak İran’ı vurma amaçları var diyorsunuz.

E tabi, bütün yazılanlara, İsrail’in tink-tanklarına bakın vuracaklarını söylüyorlar. İran’ın 15 yıl sonra nükleer silah üreteceğini düşünüp ona göre tedbir almak istiyorlar. Ama Lübnan’dan sonra İran’ı vurursa artık İsrail’in Ortadoğu’da önüne geleni dövdüğü Amerika’nın da bunu desteklediği korkunç bir durum ortaya çıkar.

Ben de tam bunu soracaktım. Hizbullah tehdidi hala varlığını sürdürürken İsrail’in bu işe kalkışması mantıklı mı?

Değil ancak psikolojik savaş denen bir şey var biliyorsun.

Irak’ı bölüyorlar

Şu konuya da bakalım. Irak ile ilgili tartışmalara… Saddam’ın asılmasından sonra, özellikle asılma şekli ve Şiilerin katkısı düşünüldüğünde, analistler “Amerika artık Irak’ta federasyon kurmaya karar verdi” yorumları yapıyor. Amerika’nın kafasında baştan beri böyle bir şey mi vardı, yoksa savaş koşulları Amerika’yı bu noktaya mı getirdi?

Gelinen nokta bu…

Yani Amerika bölmek için girmedi?

Amerika ilk girdiğinde şuna inanıyordu: Irak’a girecek, işgal edecek, istediği yapıyı oturtacak ve çıkacaktı. Ancak yapamadı ve şimdi federasyona gidiyor.

Bu kararı alırken Türkiye’ye danıştı mı? Yoksa Türkiye’ye rağmen yapılan bir şey mi bu?

En doğrusunu son cümlen ile söyledin. Türkiye danışılacak bir ülke mi? Sayın Başbakan rahatsızlığını iletiyor. Diyor ki “Glock marka silahlar geliyor.” MİT başkanı diyor ki “önceden tedbir almalıyız, ülkeler bölünüyor.” Söyledikleri çok doğru. Amerika Ortadoğu’da, hemen Türkiye’nin altında bir şeyler yapıyor İsrail’le. Doğru ancak ondan sonra 635 milyon dolara F-16’ları yeniletiyor Türkiye. Amerika’ya yeniletiyor ve 12 milyar dolara da F–35 alıyor. Yani bu kadar bağlı bir ülkeye Amerika neden sorsun ne yapacağını. Nezaketen belki bir iki görüşme yapılmıştır.

Tam da bu noktada şunu sormak istiyorum. Türkiye’nin askeri anlamda eli kolu bağlı olabilir. MİT müsteşarı Emre Taner’in açıklaması askeri olarak eli kolu bağlı olan Türkiye’nin istihbarat savaşına girdiğinin bir göstergesi olabilir mi?

Bilgi gelir ancak yapacak gücümüz yok. Gidip bir şeyi yapalım. Ama para yok. Enflasyon patlar tepe taklak gidersin. Bilgi istihbarat önemli değil ki önemli olan yapabilmek. Türkiye’nin eli kolu bağlı. Bilgi gelsin, ancak yapamadıktan sonra ne olacak?

“Türkiye İran ile çatışmaya karışmaz”

Amerika’nın, İran’ın Şii hilaline karşı Sünni blok oluşturma çabasında olduğu ve Türkiye’yi bu kamplaşmada başat konumda görmek istediği söyleniyor. Türkiye bu rolü üstlenirse İran ile karşı karşıya gelir mi?

Türkiye bu işe girmez. Türkiye’nin şikâyeti İran’dan değil ki. 1639’dan beri savaşmamış İran’la. Şikâyeti Kürt sorunu, şimdi bir de Ermeni tasarısı geliyor. Türkiye’nin şikayeti Amerika’dan. Terörizmi çıkartan Amerika’nın kendisi. NATO’dan çıkmak istiyoruz, çıkamıyoruz. NATO’nun savaştığı terör Türkiye’nin terörü değil ki. Fazladan da PKK’yı destekleyen Amerika. Hangi terörle savaşacağız?

Dünya bor rezervlerinin “henüz” yüzde 72’sine sahip olan Türkiye’de “bor kavgası” bitmiyor… Elimizde 400 yıllık maden rezervi var. Dahası tüm dünya ülkelerinde bor tükeniyor. iyibilgi, bor dosyasının “GİZLİ” sayfalarını aralıyor… iyibilgi özel

Türkiye bir bor ülkesi ama Türkiye’nin bu Bor madenini ne yaptığı hatta ne yapacağı hummalı bir tartışma konusu olarak hala ortada duruyor. Türkiye dünya bor rezervlerinin %72’sine sahip. Ancak bu “tekel” rakam bile Türkiye’deki rezervi net olarak tanımlamıyor. Zira tüm uzmanlara göre daha çok bor madeni bulunacak.

Üstelik maden uzmanlarına göre bu rakamın çok daha stratejik bir başka boyutu daha var… Hesaplara göre Türkiye’nin bu rezervinin ömrü tam 400 yıl! Ama diğer ülkelerdeki rakamlar yerlerde sürünüyor., Örnek mi? ABD’nin bor rezervi 8 yıl sonra bitiyor! Üstelik ekonomik değil. Zira örneğin yine ABD, bor çıkarabilmek için yerin 400 metre altına inmek zorunda. Yani bol bol para ve zaman harcıyor. Türkiye ise neredeyse kürekle Bor çıkarabiliyor! Çünkü toprağın 30 metre altı bor!

Dahası Türkiye’de, Bursa, Balıkesir, Eskişehir ve Kütahya’da bu maden çıkarılıyor. Ama ülkenin geri kalan kesiminde neler olduğu bilinmiyor. Yani sadece dört şehrimizle dünya bor rezervlerinin en güçlü ülkesi durumundayız.

İşte ilk belge: Kazan’da ne kadar Bor var?

Bundan kısa bir süre önce Kazan nahiyesinde bor bulunması ihtimali tartışılıyor. Uzmanlara göre bu bölgedeki veriler yerin altında bor olabileceğinin işaretlerini veriyor. Fakat işin üstüne gidilmesinde sorun var… Zira bu bölgede daha önce araştırmalar yapıldığı ve bir şey bulunmadığı söyleniyor. Konu inceleniyor ama bu sonuçları gösteren bir belgeye rastlanmıyor. Bunun üzerine yeni bir çalışmaya başlanıyor. Bu çalışmanın amacı Kazan’da ne kadar bor olabileceği üzerine… Ve inanılmaz sonuç. Bor var! Ama şaşırtıcı olan bu değil. Miktar inanılmaz… 600 milyar tonluk “Bor Tuzu” bulunduğu tahmini yapılıyor. Bu tuzdan bor elde ediliyor.

Yabancılar: “Türkiye’de bor yok, tükenmiş!”

Türkiye’de bor madeni üzerine çalışmaları atalete sürükleyen en önemli belgeler yabancılara ait. Her zaman olduğu gibi Türkiye’nin kritik kaynaklarının bilgisi üzerine “incelikli” çalışmaları yine yabancılar yapıyorlar. İlk ciddi çalışma ise daha borun öneminin ne tam bilindiği ne de bor kullanım yollarının bu denli ortaya çıkmadığı zamanda geliyor. 1968 yılında yabancıların hazırladığı bir rapor; “Türkiye’de bor yok, olanlar da tüketilmiş” damgasını yiyor. Hani biraz var dense yine şaşırmayacağız ama dağ taş bor madeni doluyken, “yok” demek açıkça husumet göstergesi. Bu hal diğer madenlerimiz konusunda da-özellikle petrol-şüphe duymamızı kolaylaştırıyor!

İşlerin daha sarpa sardığı nokta ise hâlihazırdaki dünya bor rezervlerinin kullanımının neredeyse bir-iki şirketin eline geçmiş/geçiyor olması. Burada yalnız bir örnek kafi olacak gibi. Örneğin Kazakistan da bir bor üreticisi ama kazak borunun tamamı tek bir şirket tarafından kapatılmış bulunuyor.

Bu da görmezden gelinebilir! Fakat borun yeni kullanım alanlarının tamamı “stratejik”… Bu da bor için artık belgelerde kullanılmaya başlanan bir sözcük. Zira bor stratejik bir madde ve bunu sağlayan da “yeni kullanım” alanları.

İşte kanıt… Son Irak savaşından sonra patlayan petrol fiyatları tüm dünyada özellikle ulaşım için yeni enerji kaynaklarına yönelik ilgiyi parlattı. Ve şu an insanoğlunun elinde bulunan en yakın kaynak hidrojen! Peki, dünyada üzerinde en çok Hidrojen tutabilen madde hangisi? Elbette cevap bor!

Yeni yakıt budur

Ama bugüne kadar “fütürist bir kurgu” olarak söylenen bu önerme bor Belgeleri’ne göre gerçeğe dönüşmüş durumda. Açıkça borun ulaşımda kullanılması hali şöyle elle tutulur bir sonuç içeriyor. 30 galon (yaklaşık 110 lt) 750 kilometre yol gidilebiliyor. Türkiye’de 1 galon benzinin fiyatı 7,5 dolar seviyesinde. Oysa gerekli seri üretim imkânları tamamlandığında borun galon fiyatı 2,5 dolar olacak.

Şu gerçek tüm dünyada kabul ediliyor… Yakıt ihtiyacı Hidrojen’le karşılanmak zorunda! Ve Hidrojen varsa bor olacak!

Ancak borun enerji mucizeleri bununla da bitmiyor. Lap-Top’ların şarjlarında kullandığınızda bugün 2.5 saat ortalama çalışma süresi 12 saate çıkıyor. Bu kritik rakamları çoğaltmak fazlasıyla mümkün. Fiberglasların yüzde 15’iini bor olşturuyor ki, bu ürün denizcilikten havacılığa kadar bir çok alanda kullanılıyor.

Yine Türkiye’nin de çalışmalarına başladığı Nükleer Santrallerde önemli ölçüde kullanılıyor. Füzyon reaktörlerinde “yakıt olarak” olarak kullanılması konusunda çalışmalar var.

İşte bu stratejik yeni bilgilerin hepsi Türk kurumlarının arşivlerinde bulunuyor. Tek farkı üzerinde “toz” bulunmaması. Zire Türkiye bora yüklenme planını elden geçiriyor. Ancak zaman da aleyhimize işliyor. Borun için şimdi bir şeyler yapmanın zamanı. İlk önce yapılması gereken ise borun bulunması, çıkarılması ya da ihraç edilmesi değil. Bor ürünlerinin çıktığı toprakta, anavatanında üretilmesi.

ABD, dünyanın en renkli Müslüman mozağine ev sahipliği yapıyor. Dernekleri, birlikleri, camileri, organizasyonları var. Hikâyeleri, çekişmeleri, tartışmaları, tarihleri ve beklentileriyle büyük bir topluluk. Dağınıklar! Ve bir gün birleşecekler diye Washington’un ödü kopuyor!

“Beyaz Balina Aydın” Karadeniz sahillerine ilk vurduğunda, “hayvan hakları savunucuları” ve medya, bu şirin yaratığın kısa süre içinde bir devletler hukuku sorunu olabileceğini kestirememişti… Ama oldu! Aydın’ın Türkiye’ye mi yoksa Karadeniz’de sahili bulunan komşu ülkelerden birine mi ait olduğuna ilişkin çekişmeli tartışma aldı başını gitti.

Problem Aydın’ın “mobil” olmasından kaynaklanıyordu… Çözüm için görüşüne başvurulan bir uluslararası ilişkiler profesörü şöyle diyecekti; “Bu basit bir mesele… Bana Aydın’ın başını denizden ilk nerede çıkardığını söyleyin, ben de size hangi ülkeye ait olduğunu!” Kuşkusuz akademisyenin bu talebini karşılamak mümkün olmadı ve Aydın, uluslar-üstü bir hayvan olarak ve yarattığı tartışmayı zerre umursamadan dilediği kıyıya yüzgeç sallamaya devam etti. Aydın’ın özgürlük anlayışı, şaşalı uluslararası hukuka nanik yapıyordu.

Garip gelse de Amerikalı Müslümanlar veya Müslüman Amerikalılar’ın bir kısmı için de bu örnek anlam ifade ediyor… Zira onların bilgisine ve inancına göre, yaşadıkları ülkeyi “keşfeden” ve “zapteden” yeni kıtanın ilk insanları içinde Müslümanlar var… Yine garip ama, bu kıtanın üzerinde hak iddia edecek ilk adım da bir Müslüman’ın ayağına ait!

ABD İslamı…

ABD’de Müslümanlık nedir, nasıldır, gücü nedir, homojen midir, siyasi yapılanması hangi aşamadadır, Amerikalılar bu kitleye nasıl bakıyorlar, daha önemlisi onlar Amerika’ya ve Amerikalılara nasıl bakıyorlar?.. Tamamı pek yanıtlanmamış sorular manzumesi oluşturuyor.

ABD politik sistematiğinin lobi temelli olduğu anımsandığında, Müslümanların durumu daha ilginç hale geliyor. Bir de 11 Eylül var ama ülkedeki İslami yapının taşlarını söylendiği denli oynatmış değil.

Birleşik Devletler’deki Müslümanların din, kültür, milliyet, dil, etnik köken, mezhep ve ideolojik açıdan farklılıkları inanılmaz ölçülerde. Bu yönüyle dünyanın diğer yörelerindeki hem-cinslerinden çok farklı değiller! Ama farkın da farkları mevcut. Dünyanın farklı bölgelerinden gelip, ülkenin farklı yörelerine yerleşmişler. Bu farklılıklar o kadar derin ki; örneğin 56 İslam ülkesinin temsil edildiği İslam konferansı Organizasyonu’nda (OIC) veya Avustralya, Kanada ve Güney Amerika gibi Müslüman göçmen kabulünün politik uygulamaların bir parçası olduğu ülkelerde bile homojen bir İslami vücut görmek imkansız.

Amerika’daki Müslümanların durumunu irdeleyen her çalışmanın vermesi gereken ilk bilgi, ülkedeki Müslümanların nüfusu. Ancak kötü haber şu ki, bu ülkedeki Müslümanların sayısı bilin(e)miyor! İnanılması zor ama gerçek böyle. Yine de-sağlıksız-bazı rakamlar mevcut.

Örneğin “B’nai B’rith’e(!)” göre bu sayı sadece 3 milyon. “Müslüman Amerikalılar Toplumu”nun-ki en büyük Afrikalı-Amerikalı gruptur-lideri Warith D. Muhammed’in verdiği sayı ise 12 milyon. “Amerikalı Müslümanlar Dayanışma Şurası”nın rakamı da 7.5 milyon. Belki yapılacak şey bu nüfus tahminleri arasından bir ortalama çıkarmak olabilir ki, bu da çok işlevsel değil. Fakat kim ne derse desin, üzerinde her kesimin mutabık olduğu demografik bir kabul mevcut… O da Amerika’daki Müslüman sayısının inanılmaz bir süratle arttığı. Bu artışın temel nedenlerinden biri olarak, Müslümanların artan nüfuslarıyla politik alanda daha etkin olacaklarına yönelik inançları geliyor.

Müslüman toplumun bir kısmı, Amerika’nın keşfi sırasında Colomb’un Arap coğrafyacı El-İdrisi’nin hazırladığı haritayı kullandığına ve Amerika’nın keşfinde-bu yüzden-payları olduğuna inanmakta. İddia uluslararası hukuk ya da modern devlet kuramları için sabit delil olacak gibi değil. Ama daha ilginç iddialar da var… Çünkü Müslümanların bir kısmı da İspanya’nın Hıristiyanlarca-meşhur Endülüs vakası-alınmasından sonra Amerika’ya ilk göç edenlerin İspanya’daki Müslümanlar olduğunu söylemekte. Müslümanların, İngilizler’in ilk kolonileri olan “Jamestown ve Plymouth”dan bile daha önce ilk kalıcı yerleşimi kurdukları ciddi biçimde iddialandırılmakta.

Birleşemeyen…

Yeni kıtada mukim Müslümanların kimlik farklılıkları, tam olarak dünyanın diğer bölgeleriyle olan ilişkileriyle ilintili… ABD’ye ilk Müslüman göçü 1870’lerde gerçekleşmiş. Bu göçün çoğu Lübnan ve Suriye kökenli Müslümanlar’dan. Ancak bu sürecin sonunda Amerika göçmen kotaları uygulamaya başladı ve aslan payını Avrupalı göçmenlere tanıdı. Haliyle Müslüman göçmen nüfusu azaldı. 1950’lere gelindiğinde dramatik bir değişim yaşandı ve ABD, kendi üniversitelerinde eğitim vermek için Ortadoğu’dan öğrenci almaya başladı. Bu öğrenciler açık biçimde Komünizm karşıtı ve Amerikan yanlısı olarak yetiştirildiler. Sonra da ülkelerine döndüler.

Bu öğrencilerin tamamına yakını küresel ölçekli planın yarattığı iyi birer örnek oldu(!) Anti-emperyalist özgürlük hareketinin bir parçası olarak ulusal ve laik eğilimli sosyalist kişiler oldular. Ağırlıklı olarak Nasır’cı olan ve “Arap Öğrenciler Birliği”ni inşa eden Arap milliyetçileri hedeflerine ulaşmak için ciddi bir azme sahiptiler. ABD’de yerleşmeyi seçenlerse, Arap milliyetçisi Arap-Amerikan organizasyonlarının mimarları oldular. Esasen ABD’nin tarihi konjonktürdeki beklentisi de buydu!

1965 yılında “Asyalılar İhraç Kanunu” yürürlükten kaldırıldı. Böylece ABD’ye güney Asya ve Arap ülkelerinden göçmen akını başladı. Bu Müslümanların içinde çok sayıda politik kişilik bulunmaktaydı. Entelektüel seviyeleri yüksek değildi ama ideolojileri vardı. Pakistan’ın kurulması için mücadele etmiş Güney Asyalı göçmenler ve 1967’deki yenilgi sonrası-İsrail, Suriye, Mısır Savaşı-milliyetçiliği bırakmış Arap göçmenler Birleşik Devletler’e taşındı. Elbette görüşlerini terk ederek. Fikri revizyondan geçtiler. İdeolojilerini, inançlarına “up grade” ettiler. Milliyetçiliğin bölücü olduğuna ve İslam’a dönüşün Müslüman devletler için tek kurtuluş/çıkış yolu olduğuna inanmaya başladılar. Halen bu açıyı korumaktalar. ABD yüksek politikalarının Komünizm’e karşı, milliyetçilikten daha sağlam surları olan bir başka ideolojiye ihtiyacı vardı ve bu İslam’dı. Yeşil Kuşak’ın zihni harcı ilk kez böyle döküldü.

1963 yılında bazı İslam ülkelerinin desteğiyle “Müslüman Öğrenci Birliği” kuruldu. Bu birlik ideolojik olarak Arap Öğrenci Birliği’ne rakipti ve ana hedefi tüm İslam ülkeleri için örnek olabilecek bir yönetim sistemi modeli oluşturmaktı. Bu sağlandıktan sonra anavatanlarına dönecekler, sosyalizm ve milliyetçilik karşıtı ve tarafsızlığı benimsemiş devletler kuracaklardı. Bu insanlar bölgenin “beyin göçünün” parçalarıydı. Ancak çoğu öğrenci olan bu kişiler dönmek yerine Birleşik Devletler’de kalmayı tercih etti. Zaman içinde salt bireysel ibadetle sınırlı kalmayan, farklı bir kültür ve değişik bir medeniyet olacak İslami bir yapının savunucularına dönüştüler.

‘Kökler!’

Amerika’nın kuzey-doğu ve orta-batısı’ndaki 5 camide yapılan bir araştırma, görüşülen her dört Müslüman’dan üçünün üst düzeyde aydın kişiler olduğunu göstermekte. Buradan çıkan bilimsel sonuç ne yazık ki Amerikalıları pek memnun etmiyor. Amerika’daki Müslümanların “durumunun” nüfusa oranı dikkate alındığında, Amerikalılardan çok daha iyi oldukları görülmekte. Fakat hemen her istatistik bilgide olduğu gibi bu sabiti bozan değişkenler var… Afganistan, Bosna, Irak, Kosova, Lübnan, Libya ve Somali’den gelen Müslümanlar bu entelektüel başarıya gölge düşürüyor. Bu grup içinde yer alan Iraklı, Lübnanlı ve Afganlar içinde okuma-yazma bilmeyenler mevcut.

Amerika’daki Müslümanların üçte biri Afrika kökenlilerden oluşuyor. Afrika’dan getirilen kölelerin 5’te birinin Müslüman olduğu hesaplanmış durumda. Yaşanan süreç içinde çoğu Hıristiyanlığa geçmiş. Afro-Amerikalılar’ın İslam’a dönüşü, 20. yüzyılda Amerika’daki ırkçılığa reaksiyon olarak şekillenmiş. Kendilerine köle sahiplerinin yapıştırdığı etiketlerden sıyrılmak için farklı kimlik ve kendilerine uygun bir zemin yaratma arayışı İslam’a dönüşü hızlandırmış. Bir anlamıyla “kökler”e dönülmüş.

Bu akışın somut neticelerinden biri Noble Drew Ali’nin “Fas-Amerikan Hareketi”ni kurmasıdır. Ölümünü takiben çoğu takipçisi “İslam Milleti”nin kurucusu Elijah Muhammed’in halefi Farah Muhammed’in öğretilerini benimsedi. Elijah’ın ölümünden sonra Warith D. Muhammed, bağlılarını daha Ortodoks bir İslam’a yönlendirdi. Amerika’daki birçok bilim adamı önümüzdeki 20 yıl içinde siyahların büyük çoğunluğunun İslam’a yöneleceğini iddia ediyor.

Ayrışma…

Amerika Müslümanları’nın, farklı dil ve lehçelerin yanı sıra etnik köken ve kabile açısından da derin farklılıkları var. Dil ve kültür farkı Müslümanların sağlıklı bir uyum içinde ivmelenmelerini engelliyor. Arap ülkelerinden gelen göçmenlerin bile çok farklı lehçeler kullanmaları, anlaşmalarını imkânsız hale getiriyor. Dil farklılıkları aynı ülkeden gelenler arasında da mevcut. Örneğin Virginia’da, üç farklı Afgan dili konuşan üç ayrı topluluğa ait üç cami bulunmakta.

Bu işin bir veçhesi… Müslüman toplulukların dini kökenleri arasında da belirgin farklar bulunmakta. Her göçmen grup kendi dini yaklaşımlarını uygulamakta. Ülkelerinden taşıdıkları öğretilerin propagandasını yapan dini liderler ve imamların amacı, Amerika’da kurdukları organizasyonların sürekliliğini, toplumlarının ve özellikle de gençlerinin bu öğretilere bağlı kalmasını sağlamak.

Bu amaç yolunda ilk organizasyon 1954 yılında hayata geçirilen “İslam Toplumu Organizasyonu (FIA)”.. ABD ve Kanada’daki 52 cami ve İslam Merkezi FIA’ya bağlı. Ağırlıklı olarak Lübnan, Suriye ve Doğu Avrupalı Sünniler’den oluşmaktalar. Ancak Şii ögeleri de-az olmakla beraber-uhdesinde barındırmakta.

Ancak bu yapı uzun ömürlü olamadı… 1965’ten sonra gelmiş göçmenlerin yapılandırdığı daha güçlü ve aktif organizasyonların gölgesinde kaldı. 1990’ların başında da faaliyetlerine son verdi. Bu Sünni organizasyonların önde gelenleri arasında “Kuzey Amerika İslam Toplumu” ve “Kuzey Amerika İslam Birliği” sayılabilir. Şiiliğin ise tüm renklerini ABD’de görmek mümkün. İran, Irak ve Lübnan’dan gelen, çoğunluğu “Dearborn ve Michigan”a yerleşik Caferiler de haritaya eklenebilir. Ayrıca Doğu Asya’dan ve doğu Afrika ile İngiltere üzerinden ABD’ye geçmiş “İsmaililer” bulunmaktadır. Bu parsalizasyonun bir parçası olarak Yemen’den göç edip New York’un kuzeyine, “Michigan ve Kaliforniya”ya yerleşmiş Zeydiler de bulunmakta. Sünni olmayan gruplar arasında Lübnan, Suriye ve İsrail’den göç etmiş Dürziler ve 11 imama bağlı, Suriye ve Lübnan göçmeni Aleviler de varlıklarını korumakta.

Bunların dışında İslam’ın birçok parçası ABD’de yaşam sürmekte. Örneğin 50’ye yakın Sufi organizasyon bunlardandır… İçlerinde en ilgi çekeni Philadelphia’daki “Bava Muhayyadin Derneği”dir. Bağlıları arasında, çoğunluğu 1960’lardaki yaygın uyuşturucu kullanımından uzak durmayı başarmış, yeni bir kimlik arayanların çocukları olan 4000 Müslüman’dır.

Generation Next…

Amerika’da yaşayan Müslümanların kendileri, çocukları ve hatta torunları arasında da gözle görülür ayrışmalar bulunmakta. Bu oldukça önemli. Çünkü bu sosyolojik hal, Amerikalıların bu gruplara yaklaşımını ve beklentilerini de etkiliyor. 1960’larda göç edenlerle 1870’lerde göç edenlerin torunları arasında da kopukluk-özellikle yaşam/kültür tarzları bağlamında-yoğun.

Yeni kuşaklar artık orta sınıf Amerikalı kompozisyonu çiziyor. Askere alınmışlar, çeşitli vesilelerle ABD’ye hizmet etmişler. 60’larda göç edenlerin ise önceden belirlenmiş kimlikleri ve değişik dünya görüşleri var. Bunlar ve çocukları Amerikan toplumundan etkilenerek, kimliklerini yeniden gözden geçirmişler ve Amerikalılaşmaya başlamışlar. Bu çocuklar için ABD, bildikleri tek vatandır.

Ailelerinin dinini istiyorlar ama kültürlerini benimsemiyorlar. Aslında Müslüman ülkelerin bir kısmında da yaşanan bu durum ailelerden karşılık buluyor… Geldikleri ülkenin kültür ve geleneklerini sanki İslam diniymiş gibi çocuklarına aktarmak ve sadık kalmalarını sağlamak. “Karşı yaka”ya gelince… Konuyla ilgilenen Amerikalılar, Müslümanların kendilerini “Amerika’yı dikkate alarak” yeniden tanımlamalarını istiyorlar. Kendilerini “Amerika’da yaşayan Müslümanlar olarak mı görüyorlar yoksa Müslüman Amerikalılar olarak mı” bunu bilmek istiyorlar! Üzerine pek gidilmiyor gözükse ve konu popüler itibar bulmasa da, Amerikan halkı, güvenlik birimleri ve Washington bu sorulara açık yanıtlar beklemektedir.

Nedret ERSANEL
nedretersanel@iyibilgi.com

Tarihsel olaylardan 9 farklı örnekle dünyanın akışını değiştiren çarpıcı ‘şah-mat’ hamleleri

Siyasi satranç, tarihin en heyecanlı oyunudur. İşte bazı örnekler:

1) Misyonerlik yamyamlıkla başladı.
2) Fransa İngiltere’ye kazık atarken ABD doğdu.
3) Thaless, Güneş Tutulması’yla savaşı bitirdi.
4) Çanakkale, Lenin’i iktidara getirdi.
5) II. Wilhelm, Enver Paşa’yı yarattı.
6) Truva Atı mat etti.
7) Bizans, aralık kapıya yenildi.
8) İsa’yı çarmıha geren tembel hahamlar Hıristiyanlığı doğurdu.
9) Patrik asıldı, kapı hâlâ kapalı…

Siyasetin satrancı tanımlamasından, tarihsel akış içinde ülkelerin ve siyasilerinin birbirlerine attıkları siyasi kazıklar kadar; yeryüzünün herhangi bir yerinde yapılan siyasi bir hamlenin, başka bir coğrafyada başka bir olgunun doğmasına sebep olması gerçeği de anlaşılmalıdır.

Bir an, siyasetin satrancının ünlü resim sanatçısı Dali’nin sürrealist sanatı gibi olduğu düşlenirse; uzaydan bir bakışla, satranç oyun tahtasının yerine bütün bir yeryüzünü yaymak, hamleler için kullanılan satranç taşları yerine de (sürrealist bir yaklaşımla) bazen bir kadını, bazen bir aracı, bazen bir olayı ya da önemli kişilerle önemli olmayan kişileri ikame etmek mümkündür.

Bu sürrealist siyasi satrançta, bilinçli ya da bilinçsiz hamlelerin zincirleme olarak birçok sonucun doğmasına neden olduğu gerçeği kadar; tarihi ve siyasi kişiliklerin birbirlerine attığı kazıkları da gözler önüne sermek olası. Hamlelerin zincirleme etkilerinin olaylara şekil değiştirtip, ‘düşlerde görülse bile inanılmayacak’ sonuçlar yarattığı kesin. 21. yüzyıldan tarihin derinliklerine bakarak bunları birleştirmek daha kolay. Günümüzde Irak’taki hamlenin, Afganistan’daki hamlenin ve de birçok yerdeki birçok muhtemel siyasi satranç hamlelerinin, şimdi bulutsu olan sonuçlarını da ola ki yüzyıl sonunda berrak olarak değerlendirmek mümkün olacak…

Bu siyasi satranç, tarihin bütün zamanlarında oynanmış, halen de oynanmakta, gelecekte de oynanacak… Bütün tarih zamanlarından ve dünyaya yaygın çeşitli ülke ve siyasilerin değişik hamlelerinden seçilen sayfalara aktarılan örnekler, siyasetin sürrealist satrancı konusunda aydınlatıcı olacaktır.

BİR YAMYAMLIK

Geçmiş yüzyıllarda Afrika’da fıkramsı bir hamle beklenmedik gelişmelere neden olmuş.
Geçmiş yüzyıllarda yiyecek sıkıntısı çeken Afrikalı kabileler, yiyecek için İngiltere’den yardım istemişler. Yardım uzun süre gelmeyince, ortalıkta dolaşıp duran İngiliz misyon şefini önce rehin almışlar, sonra da yemişler…
Elçileri yenen İngilizler, bu durum karşısında çok sinirlenerek telgraf çekmişler hemen Afrikalılara:
“Vay yabaniler vay!.. Bizim büyükelçiyi nasıl yersiniz?”
Cevap göndermiş hemen Afrikalılar:
“Haşlama!..”
İngilizler diretmiş:
“Derhal 1000 sterlin tazminat göndermezseniz, araştırma uzmanlarımızı gönderip gerekeni yapacağız.”
Afrikalı şef telgrafı alınca “ugh” demiş. Sonra hepsi birden “ugh” , “ugh” demişler…
Ve tamamı, tazminatı denkleştirmek için civar kabilelere dağılmışlar. Kabile üyeleri akşam dönünce, toplanabilen miktarı gören şef, acele telgraf göndermiş İngilizlere:
“Bizde 75 sterlin çıktı… Kusura bakmayın, siz de bizimkini yiyin!..”
Uluslar arası müdahale imkanı bulunmaya İngilizler, derhal uzmanlarını Afrika’ya göndermiş. Göreve başlayan bu din misyonerleri, bazı kabilelerde köle yığınları yaratma gibi faaliyetler oluşturmuşlar. Bu arada Afrika halklarının beslenme sorunundan hareketle, Afrikalının aç bırakılarak kontrol edilmesi siyaseti yerleşmiş Batı’da…

İNGİLİZ – FRANSIZ KAZIKLARI

Amerikan Bağımsızlık Savaşı dönemlerinde, Fransızlarla İngilizler birbirlerine kazık atıp duruyorlardı. Her ikisi de birbirlerinin uluslar arası çıkarlarının altını oymakla meşguldüler. İngilizlere karşı Amerikan Bağımsızlık Savaşı başlayınca, Fransızlar İngilizlere kazık atmak için, Amerikan devrimcilerine askeri uzmanlarını ve teknolojilerini gönderdiler; ama bu kazık, bu kadarla kalmadı…
Hem askeri uzmanları ve teknolojileriyle Amerikalıların Bğımsızlık Savaşı’nı kazanmalarını sağladılar hem de İngilizlere kazık atalım derken geleceğin ABD’sinin kurulmasına neden oldular.
İngilizler bu kazığı not etmişlerdi…
Fransız monarşisinin, Fransız devrimcilerine karşı savaş başlayınca İngilizler de Fransız devrimcilerine el altından para yardımı yapmaya başladılar… Görünüşte Fransız hanedanına onlar da bir kazıkla karşılık vermiş olacaklardı… Ne ki, Fransız devrimcilerine el altından yardım etmeleri bununla kalmadı; Fransa’da kırallık yıkıldı, cumhuriyet doğdu ve yeryüzünde her şeyi değiştiren Fransız İhtilali meydana geldi…

THALESS’İN HAMLESİ

İÖ 500 sonlarında Med kralı Sik****’le Lidya kralı Alyat uzun yıllardan beri savaşıyorlardı… Henüz dünyanın yuvarlak olduğu ve güneşin çevresinde döndüğü bilinmeyen o dönemlerde, savaş gittikçe kızışıyordu. Savaş öylesine uzun sürmüş ki, her iki ülkenin de halkı perişan olmuş, yiyecek bulma güçlüğü, ticaret yapma güçlüğü son haddine varmıştı.
Yurttaşlar, “Bu savaşlardan tanrılar bile usandı” deyip duruyorlardı. Genel hoşnutsuzluk her yerde yükselince, her iki kral da halkı avutacak, onlara savaşı unutturacak çareler aramaya başladılar… Önemli olan halka savaşmayı unutturmaktı, yoksa savaşın kendisi devam etmeliydi tabii. Sonra akıllarına bilgin Thaless geldi… Bilgin Thaless, o sıralarda, “Gündüzün geceye dönüşeceği ve yıldızların görünüvereceğini” söylüyordu… Bu dedikodu, halkın dikkatini savaştan uzaklaştırabilirdi…
Bilgin Thaless’i çağırıp bu söylentinin ne zaman gerçekleşeceğini sordular. “Yarın” dedi Thaless. İki kral, halkı ve askerleri meydana topladı.Halk ve askerler savaştan usandıklarından, dedikoduların söylenti olduğunu bile bile eğlenip beklemeye başladılar…
O gün, 28 Mayıs 585’te Güneş tutuldu. Gün geceye döndü… Yıldızlar göründü ve beklenmeyen bir sonuçla, savaş bitti. Askerler ve krallar o kadar şaşırıp korkmuşlardı ki, beş yıldır süren bu kanlı savaşı beklenmeyen bir şekilde durdurmuşlardı.
Bilgin Thaless, Güneş’in o gün tutulacağını biliyordu. O, güneş’in o yıldaki tutulmasını öngören ilk bilgindi…
Aslında evrendeki bu gerçeği halka duyurmak istiyordu.
Ama bu olayın savaşı bitirebileceğini aklından bile geçirmemişti.
Gözler önüne serilen bu hamlelerle sonuçları, mekanik düzenekleri andırıyor…
Bilindiği gibi, “Bir yere çarptırılan bir nesne, diğer nesneleri harekete geçirip zincirleme etkiler sonunda mumu yakan kibriti ateşleyerek ortalığın aydınlanmasına neden olacak mekanizmayı harekete geçirir”.

ÇANAKKALE HAMLESİ

Anafartalar savunmasında düşmanın 15 dakika durdurulması Rusya’da Çar’ın devrilip yerine Lenin’in iktidara geçmesine yardımcı oldu. Almanya, 1.Dünya Savaşı öncesinde, Rusya’da Çar’ın politikalarından hoşnut değildi ve uluslar arası çıkarlarına uygun görmüyordu. Bu nedenle Lenin’i ve partisini el altından desteklemeye başladı. “Lenin iktidara geçerse, Rusya 1.Dünya Savaşı’ndan çekilebilirdi…”
1914’te İngilizler, Yeni Zelandalıları yanlarına alarak Fransız ve İtalyanlarla Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u işgal edip oradan da Karadeniz yoluyla Rus Çarı’na, Lenin’e karşı yardım etmeye gidiyorlardı… Alman armadası, gemilerin yolunu açık denizde kesecekken, onları Çanakkale’de Türk taburları durdurdu. İngilizlerin bu hamlesi, Conk Bayırı ve Anafartalar’daki çarpışmalarda beklenmeyen ve değişik sonuçlar üretti:
İleride Türk bağımsızlık savaşını başlatacak olan Mustafa Kemal doğdu… 300 bin asker hayatını kaybetti. Mustafa Kemal’in Anafartalar savunmasında 15 dakikada İngiliz ve Fransızları durdurması bir anlamda Lenin’in Rusya’da iktidara gelmesini kolaylaştırdı. Böylece İngilizlerin başlattığı bir hamle, üç ayrı sonucu doğurmuş oldu…

ÇAPRAŞIK HAMLELER

19.yüzyıldaki çapraz hamlelerde ise Osmanlı’nın üstünde Fransa’nın ağırlığı hissedilmeye başlanmıştı. Bu hamleye tepki olarak İngilizler Osmanlı’ya karşı olan Yunan başkaldırısına destek çıktılar… Başka köşede Bismark, Osmanlı’da Tanzimat’ın Batı hayranlığını, Batı düşmanlığına çevirmek için Türk ırkçılığını ve dinsel gelenekçiliği desteklemeye başladı. Çünkü Tanzimat, Paris’e dönüktü… Aynı nedenle başka bir zaman diliminde, II.Wilhelm sık sık Osmanlı’yı ziyaret ederek, hal hatır sormaya başladı. Sonuçta Osmanlı savaşlarda ünlü KRUPP toplarını kullanmaya başlayacaktı. II.Wilhelm’in bu hamlesi, sonuç olarak Enver Paşa ırkçılığını da yükseltmişti… Enver Paşa iki Alman zırhlısına Odessa’yı bombalatırken, Osmanlı’nın 1.Dünya Savaşı’na gireceğini aklından geçirmiş miydi dersiniz…

TRUVA’DAKİ HAMLE – MAT

Truva Savaşı’nda, Akhalı Menelaos, zengin Truva’yı yıkabileceğine düşünde görse inanmazdı. Onun tahta atı, Truva Savaşı’nda siyasi bir satrancın hamlesidir… Truva Kalesi’nin önüne bıraktırdığı tahta at, satrançtaki hamlenin taşıdır… Menelaos bu taşla hamle yapmıştır… Bu, bilinçli bir hamledir.
Galibiyetin getirdiği coşkuyla çılgına dönmüş olan Truvalılar, Menelaos’un bıraktığı bu hediyeyi ganimet kabul edip içeri aldılar… Bu son hamlenin sonuçlarını akıllarına bile getirmediler… Belki Akha’lı Menelaos da tam olarak sonucu düşünemiyordu. Tahta atın içine gizlediği askerlerini bile gözden çıkarmıştı çekilirken… Menelaos her büyük komutanın sahip olduğu şansa sahipti…
Truvalılar coşku ile içtiler, eğlendiler ve yerlere serildiler… Sabaha karşı askerler atın içinden çıkarak kapıyı açtılar… İşte bu şansla Menelaos’un hamlesi zincirleme sonuç getirdi… Truva Düştü!..

BİZANS’TA SON HAMLE

İstanbul fetih edilirken, Bizans ordusu içinde değişik milletlere ait askerlerin hepsi de kutsal Bizans’ın Osmanlı’ya karşı savunması için gelmişlerdi. Kuşatmanın sonuna doğru Osmanlı toprakları Edirnekapı ve Topkapı’da çok büyük gedikler açmıştı.
Artık içerideki Bizanslılar dışarıdan görülebiliyor, şehir son anlarını yaşıyordu…
Bizans ordusundaki Cenevizli bir komutan, kalan güçleri yaptığı bir planla kapıların dışındaki Osmanlı askerlerini arkadan çevirip, yok etmek ve gedik açmak için “Rum ateşi” desteğinde kapılardan birini açtırdı (Kserkoporta) ve dışarı hamle yaptı. Ama kendi adamları yaralandı…
Kapalı olan kapılar açılarak kendi yaralı askerleri içeri alındı. Sonra telaşla kapılar tam olarak kapatılamadı.
Surların dışındaki iki yeniçeri kapının yarı açık olduğunu fark ettiler. Bizans askerleri, Topkapı yönünde mazgalları boşaltıp Topkapı’da savaşan diğer askerlere yardıma gitmişti. İki yeniçeri diğer yeniçerileri de çağırarak içeri daldılar ve esas kanlı savaşların cereyan ettiği Topkapı’ya doğru hızla koşmaya başladılar. Topkapı surunda savaşan Bizanslılar, yeniçerilerin içeride ve arkalarında olduğunu fark edince onlara doğru döndüler.
MAT!.. Her şey bitmişti.
Cenevizli komutan, yapmış olduğu hamlenin sonucunu rüyasında görse inanmazdı.

FİLİSTİN HAMLESİ

HZ. İsa; hahamların cemaatlerine hizmette kusurlarının olduğu, çalışmadıkları ve aldıkları paraları hak etmediklerini söyleyince, hahamlar İsa’yı çarmıha gerdirdiler. Romalılara bu hamleyi yaptırırken, sonuçlarının Hristiyan dinini doğuracağını düşlerinde görseler inanmazlardı. Hele bu hamlenin Miladi Tarihi doğuracağını hiç düşünmemişlerdi.

PADİŞAHIN HAMLESİ

1821 yılında Osmanlı padişahı, Rusya çarlığıyla casusluk yaptığından şüphelendiği rum Ortodoks Patriği Grigorius’u bir emriyle patrikhanenin kapısına astırdı. Günümüzde bu kapı hala kapalıdır. Padişah, Yahudi halkına, Grigorius’un ölüsünü Sarayburnu’ndan denize atmalarını emretti. Padişah’ın Yahudi halkı emri yerine getirdiler, aradan geçen zamanla bu hamlenin sonuçlarıyla Mora Yarımadası’ndaki Rumlar 6 bin Yahudi’yi katlettiler.

İnsanoğlu, dünyada çeşitli coğrafyalarda hamlelerini halen sürdürüyor. Yaptığı hamleler dünyanın değişik yerlerinde değişik sonuçlara yansıyor. Irak’ta ve Afganistan’daki satrancın sonuçları yüzyılımız sonlarına doğru, hatta belki de oraya kalmadan beklenmeyen sonuçlar yaratacak…

TEMPO

Osmanlı tulumbacıları herkesin malumu. Yeniçeri, lağımcı, kapıkulu, humbaracılar gibi asker ocaklarını da meraklısı iyi bilir. Ya Osmanlı dalgıçlarını bilen kaç kişi var? Oysa Osmanlı döneminde çok sayıda iyi dalgıç da yetişmişti.

Abdülaziz döneminde çok sayıda iyi eğitimli dalgıç yetiştirilmişti

Avrupa’daki askeri gelişmeleri yakından takip eden Sultan Abdülaziz, denizaltı ve dalgıçlılık teknolojilerini de Osmanlı topraklarına getirtmeyi ihmal etmemişti

Abdullah Frères (Abdullah Biraderler) olarak tanınan Kevork, Hovsep ve Viken adındaki üç Ermeni kardeş, 1858’de kurdukları fotoğraf stüdyosu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi fotoğrafçısı olarak binlerce fotoğraf çektiler. İlk olarak Sultan Abdülaziz’in resmi fotoğrafçısı olarak seçilen kardeşler görevlerini Abdülhamid devrinde de sürdürdüler. Abdullah Biraderler, Osmanlı donanmasındaki Tersane-i Amire dalgıçlarının resimlerini de çektiler. 126 yıl önce çekilen bu resimlerde bahriye erlerinin Karadeniz’deki, Riva kıyılarında yaptıkları çalışmalar tek tek fotoğraflanmış. II Abdülhamid devrine kadar askeri fabrikalarda yapılan dalgıç tulumbaları ile denize inen dalgıçlar ancak 5-6 kulaç derinliklere dalabiliyorlardı.

ilk dalgıçlarımız

Abdülaziz devrinin sonlarına doğru Osmanlı donanmasında çok sayıda tecrübeli dalgıç yetişmiş. Avrupa’daki askeri gelişmeleri yakından takip eden Abdülaziz, denizaltı ve dalgıçlılık teknolojilerini gönderdiği elçiler aracılığı ile Osmanlı topraklarına da getirtmişti. Abdülaziz döneminde dışarıdan ithal edilen dalgıç malzemeleri, II Abdülhamid devrinden sonra kendi askeri fabrikalarımızda üretilmiş. Sultan Abdülhamid ise Türk kara sularında ilk defa dolaşan denizaltıyı getirtmiş. O tartihte boğaza inen dalgıçlar tulumbaların çok fazla hava basamaması nedeni ile deniz altında ancak 10-15 dakika kalabiliyorlardı. Dalgıçların dalma bölgeleri daha çok boğazın akıntısız ve dalgasız bölümleri ile Karadeniz’in Riva kıyıları idi. Tersane-i Amire dalgıçları ile birlikte bahriyeliler Şile kıyılarında kurtarma filikaları ile kurtarma tatbikatları yaparlardı. Boğazın girişinde bulunan Riva ve Şile’deki kurtarma ekipleri fırtınalarda batan ticaret gemilerini kurtarırdı.

Dalgıçlara tazminat

II. Abdülhamid döneminde İngiltere’den ve Almanya’dan satın alınan tulumbalar ile daha derinlere inme ve su altında daha çok kalma imkanı elde edilmiş. Türkiye’de 1850’lerde başlayan dalgıçlık faaliyetleri, Osmanlı sonrasında 1925’te Azapkapı’da bir dalgıç grubu ile devam etmiş. Cumhuriyet döneminde donanmanın riskli kısımlarında olan dalgıçlar için ek tazminatlar çıkarılmış. Boğulan veya sakat kalan askerler için dalgıç tazminatı maddesi eklenmesi ile mağdur olan ailelere destek verilmiş. Erlerin sakatlanma sebebiyle ordudan ayrılmak zorunda kalması halinde ‘Albay maaşının yedi katı tazminat ödenir’ maddesi kanunlara bu dönemde eklenmiş.

Dalgıç okulu zamanla genişletilerek 1956 yılında Anadolu yakasında Hidiv köşkünün bahçesinde ‘Türkiye Bahriyesi Dalgıç Takımı ve Okulu Kumandanlığı’ adı ile büyütüldü.

Gelenek sürüyor

1949 yılında ABD’den askeri yardım alınarak ilerleme sağlanan dalgıçlıkta, bir rekor kırıldı. Denizde 420 ayak derinliğe kadar inildi. Günümüzde, Çubuklu’daki İstanbul Çubuklu Kurtarma ve Sualtı Okulu 1880’den beri gelen bu geleneği devam ettiriyor.

İlk Denizaltımızın adı Abdülhamid idi

1886 ve 1887 yıllarında İngiltere’den alınıp Haliç’te monte edilerek denize indirilen denizaltılara Abdülhamid ve Abdülmecid isimleri verilmişti. Ancak Abdülmecid monte edilemediği için göreve başlayamadı. Abdülhamid denizaltısı ise İzmit körfezinde gece ve gündüz hücum talimleri ve torpido atış eğitimleri yaptı. Aynı denizaltı, 1888 yılında, Sarayburnu önlerinden dalarak akıntıya karşı Üsküdar önlerinde demirlemiş boş bir gemiye yaklaştı ve torpidosunu atıp gemiyi batırararak yabancı devlet temsilcilerine çok hoş bir gösteri yaptı. Bu olay dünya denizaltıcılık tarihinde bir ilkti. Çünkü bir denizaltıdan seyyar torpido atılarak bir suüstü gemisinin ilk kez batırılıyordu. Bu başarı üzerine denizciler padişah II. Abdülhamid’den taltif beklerken denizaltılarının Haliç’e çekilme emrini aldılar. Abdülhamid denizaltısı bir daha Haliç’ten dışarı çıkarılmadı.

ABD’de 51 albüm var

II. Abdülhamid, 1893’te ABD’deki Kongre Kütüphanesi’ne Osmanlı’yı tanıtan 51 albüm göndermişti. Albümlerdeki fotoğrafların büyük bir kısmını Viken Abdullah çekmişti.

Şu anda ABD kongre kütüphanesinde bulunan Osmanlı albümlerinde, dalgıçların eğitim faaliyetlerine ait kareler de yer alıyor. Bu fotoğraflar 1880 yılında çekilmişti.

1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39
yıl yaşıyor.
2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde
yaşıyor.
3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken
hamilelik oranına sahip.
4- Çin’de 44 milyon kadın kayıp.
5- Brezilya’daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.
6- 2002’de idamların yüzde 81’i ABD, Çin ve İran’da gerçekleşti.
7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha
fazla bilgiye sahip.
8- AB’deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon,
Afrika’nın yüzde 75’inin günlük geçiminden daha fazla.
9- 70’in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi
yasak,
9’unda ise cezası ölüm.
10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle
yaşıyor.
11- Rusya’da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda
hayatını kaybediyor.
12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat
kalıyor.
14- Hindistan’da 44 milyon çocuk işçi var.
15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi
yiyor.
16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78
milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
18- 15 yaşındaki İngilizler’in yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte
biri sigara içiyor.
19- Washington’daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her
seçilmiş
kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor.
20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
21- 1977’den bu yana ABD’deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve
taciz vakası yaşandı.
22- Mc Donalds’ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan
tacını tanıyanlardan fazla.
23- Kenya’da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
25- Amerikalılar’ın üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
26- 150’den fazla ülkede işkence var.
27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç
kalıyor.
28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.
30- Petrol rezervleri 2040’da tükenebilir.
31- Sigara içenlerin yüzde 82’si gelişmekte olan ülkelerde
yaşıyor.
32- Dünya nüfusunun yüzde 70’i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek
için yaşanıyor.
34- Afrika’da 30 milyon kişi AIDS.
35- Her yıl 10 dil ölüyor.
36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
37- ABD’de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.
40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
41- İngiltere’de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol’un ilk
sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.
42- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
43- ABD, “haydut devlet” diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha
fazla askeri harcama yapıyor.
44- Dünyada 27 milyon
köle var.
45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani
her üç haftada bir Ay’a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya
yakalanıyor.
47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa’ya satılıyor.
48- Yeni Zelanda’dan İngiltere’ye uçakla getirilen bir tane kivi,
atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
49- ABD’nin, BM’ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali,
zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.

www.sonsaniye.net Münih’teki güvenlik konferansında önceki gün ABD’ye ‘sınırları aştı’ diyerek sert eleştiri yönelten Rusya lideri Vladimir Putin, üç günlük Ortadoğu turuna çıktı.

Ziyaretinin ilk ayağı olan Suudi Arabistan’a dün giden Putin, buradan da Katar ve Ürdün’e geçecek. ABD’nin müttefiki olan bu üç Arap ülkesini kapsayan ziyaret, bir Rus liderinin bu ülkelere gerçekleştirdiği ilk seyahat olması bakımından tarihî bir nitelik taşıyor. Rusya son yıllarda bölge ile ekonomik ilişkileri geliştirmek ve Ortadoğu barış sürecine katkı sağlamak amacıyla yoğun çaba sarf ediyor. Rusya’nın girişimleri, 2005’te İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci statüsü ile kabul edilmesi, 2006’da Rusya ve İslam Dünyası Vizyon Grubu’nun oluşturulması gibi güven artırıcı kurumsal yapılarla desteklendi. Rusya’da yaşayan 20 milyondan fazla Müslüman’la yönetim arasındaki iletişimi örnek gösteren Moskova, ABD’nin Afganistan ve Irak operasyonlarındaki başarısızlığı ve Filistin sorununa ciddi bir çözüm üretememesini de değerlendirerek bölgede ABD’ye karşı denge unsuru olmak istiyor. Moskova, petrol, doğalgaz ve boru hatlarında işbirliği başta olmak üzere, elektrik santralları, ulaşım, inşaat, teknoloji ve uzayı kapsayan onlarca projenin yanı sıra silah satışı konularını bölge ülkeleri ile paylaşacak. Rusya petrol üreticisi Lukoil, 2004’te Suudi Rub el Hali enerji bölgesinde 40 yıllık anlaşma imzalamıştı. Rus enerji devi Gazprom da bu ülkede yatırıma ilgi duyuyor.

Füzeler Türkiye’ye yerleştirilsin!

43. Münih Güvenlik Konferansı’nın dünkü kısmına da Rusya’nın ABD’ye yönelik eleştirileri damgasını vurdu. ABD’nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya füze sistemi yerleştirmesini eleştiren Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov, “Eğer Avrupa, İran’ın olası bir saldırısından endişe duyuyorsa, Amerikan füzelerinin Türkiye, Irak ya da Afganistan’a yerleştirilmesi daha doğru olur.” dedi. Rusya lideri Putin de NATO’nun genişlemesi ve ABD’nin bazı Doğu Avrupa ülkelerine füze konuşlandırmasını tehdit olarak algıladıklarını belirtmişti. Dün bir açıklama yapan ABD Savunma Bakanı Robert Gates ise kimsenin Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş istemediğini ve dünyadaki sorunların çözümünde Rusya ile işbirliğine ihtiyaç olduğunu söyledi.